Hayat rehberimiz Kur’an’ı Kerimde Allah (cc) şöyle buyurmaktadır. “ Rabbinin yoluna, hikmetle ve güzel nasihatle davet et. Onlarla en güzel ve en etkili üslupla – yollarla- mücadele yap. Şüphe yok ki Rabbin, haktan sapanları da, doğru yolda olanları da herkesten daha iyi bilir.” En Nahl – 125
Allah’ın dinine yapılan davet, Allah’ın rızasını uygun olmalıdır. Irka, partiye, cemaate, çıkara, şöhrete değil, yalnızca Allah’ın dinine tabi olmaya davet edilmelidir. Allah’ın dinine ve rızasına yapılan davette de, kendimizden bir şeyler katmamalı ve duygularımızın esiri olmamalıyız.
Hikmet ve davet, ciltler konusu olacak kadar geniş mevzulardır. Anlayabildiğimizi öz olarak vermeye çalışırsak:
- Yapılan davet ve mücadele, Allah için ve Allah’ın rızasına uygun olması gerektiği gibi; en güzel, en uygun, en etkili yol ve üslupla yapılmalıdır.
- İslam: İlim, akıl ve vicdana dayanır ve bunlara hitap eder. İslami davet ve mücadele bir ezberle değil de, ilim, akıl ve sağlam delillere dayanmalıdır.
- Davet ve mücadelede, gaye karşı tarafı alt ederek üstün gelmek değil de, kardeş olarak hakkı bulma olmalı ve bu izlenim verilmelidir.
- Kendi enaniyet ve duygularımıza hâkim olmalıyız. Çok konuşma, mevzuyu uzatma, kendimizi gösterme… Gibi itici davranışlardan kaçınmalıyız.
Bazı heyecanlı arkadaşlarımız, yakaladığı birine bildiği her şeyi anlatmak için adeta nefes almaksızın, muhatabını boğmaktadır. Oysa çoğu zaman anlatmaktan ziyade, muhatabımızı adam yerine koyarak dinlemek çok daha etkili olabilmektedir.
- Anlattıklarımızdan ve anlatacaklarımızdan önce, muhatabımızın şahsını ve sorunlarını önemsediğimizi muhatabımıza hissettirmeliyiz.
- Anlatacağınız hakikat kadar, muhatabınızın bilgi ve içinde bulunduğu şartlar da önemlidir. Her hastalığa aynı ilaç verilmez. Muhatabınızın durumuna göre en uygun ve etkili üslubu uygulamaya çalışmalısınız. Bir öğrenciye, işçiye, geçim sıkıntısı çeken bir garibana, gence, yaşlıya, bilen ve bilmeyen birine yaklaşımınız ve anlattıklarınız aynı olmamalıdır.
- Çağı iyi bilmeli; muhatabımızın içinde yetiştiği ve bulunduğu çevre, sosyal ve psikolojik yapısı göz önünde bulundurulmalıdır.
- Söylenilecek söze iyice dikkat edilmelidir. En son söylenecek, belki de ikna edildikten sonra muhatabın ağzından çıkacak en son sözü başta söylememelidir.
- Şekilden çok manaya ve öze itibar edilmelidir. Mesela İman ve ahlakı olgunlaştırılmadan, kızları örtünmeye zorladığınızda; farklı hayatlara özenen kızlar, girdikleri çevrenin rengini alırlar. Sokağı geçtikten sonra ya başlarını açarlar veya elinde sigara ve birayla turlar. Başı kapalı ama göbek dışarda, cami avlularında ve parklarda gençlerle sarmaş -dolaş örtülü kızlar görürsünüz. Oysa imanlı ve ahlaklı bir kız asla bu durumlarda olamaz, olmamalıdır.
- Hayatınızı inancınıza göre inşa etmelisiniz, sosyal hayattan kopuk ve insanların sorunlarına karşı duyarsız olmamalısınız.
- Muhatabınızı incitici ve dışlayıcı davranışlardan kaçınmalısınız. Batıl ideolojiler gibi muhatabınıza bir rakip ve düşman değil de, hakta buluşmak için kardeşlik elinizi uzattığınız bir dost güveni vermelisiniz.
- Akrabalarınızla, arkadaşlarınızla, komşularınızla, işyeri arkadaşlarınızla ilişkilerinizde samimi ve dürüst olmalısınız.
- Bütün bunların etkili olması için, sözünüzden önce kendi şahsiyet ve icraatlarınızla topluma güven vermelisiniz. Davet ettikleriniz kendi hayatınızda görülmelidir. Temizliğiniz, dürüstlüğünüz, mertliğiniz, fedakârlığınız, cesaretiniz, iyi aile yapınızla örnek bir şahsiyet olmalısınız. Cimri, korkak, bencil, çıkarcı, yalancı… Birinin sözüne kimse itibar etmez.
- Davet ve mücadelede birinci kaynağınız ve deliliniz Kur’an olmalıdır. Hz. Peygamberin, sahabelerin, dava erlerinin, muttakilerin ve sonradan Müslüman olmuşların hayatı ve mücadeleleri birçok insan üzerinde etkili olabilir.
- Kendi ev ve kalelerinizde oturup, insanları kendinize uymaya çağırmamalısınız. Hayatın gerçeğine müdahil olmalı ve insanlarla ilişkilerinizi geliştirmeye çalışmalısınız. Müslümanlar, özellikle davetçiler, insanlarla diyaloğa girmek ve ilişkileri geliştirmek için mazeretler üretmelidirler.
- Günümüz Müslümanlarının çoğu, daha doğrusu acemiliği! Üzerinden atmış, bir yerlere mensup ve kendini ağabey pozisyonunda görenlerin çoğu, insanları kendilerine mecbur görür gibi, insanların kendi ayaklarına gelip, özürlerini beyan etmelerini bekliyorlar.
Bir fakir, komşu ve ihtiyaç sahibinin ziyaretine gidip, bir çayını içmeyi gururlarına yedirmezler. Yaptıkları bazı yardımların da fazlasıyla reklamını yaparlar. Hz. Ali, “ İnsan iyiliğin kölesidir” buyurmaktadır. Siz, insanlara bir hesapla değil; sırf Allah rızası ve yardımcı olmak için yaklaşmalısınız. Ve sizin samimi olarak yaklaştığınız ve yardımcı olduğunuz insanların gönüllerini kazandığınızı göreceksiniz.
- Davet, klasik ve ezber sınırlarını aşarak, modern çağın etkili araçları meşru bir şekilde kullanılmalıdır. Hayatın gerçeği olan siyaset, spor, müzik, sinema, medya; sivil örgütlenme, kurumsallaşma, sendika… Araçlarından faydalanılmalıdır.
- Yaşanan gerçek bir hayat var, bir de inanılan ideal bir hayat var. Bu ikisini de göz ardı etmemek gerekir. Evet ideal olan hayatı yaşamaya çalışacağız ve bu hayata davet edeceğiz, ama hayatın realitesini de görmemezlikten gelmeyeceğiz.
Mesela gayri İslami bir ortamda büyümüş ve İslam’dan habersiz birini, İslam’ı ailede büyümüş ve her şeyi bizim gibi biliyor yaklaşımıyla değerlendirmemeliyiz.
Bu hususta bütün insanlarda görülen bir yanlış anlayış var. Kendi yanlış ve eksikliklerimiz için “ zamanın şartları, çevre, hayatın realitesi… “ gibi mazeretler arkasına sığınırken; başkalarından hep ideal olanı bekliyor ve istiyoruz. Oysa tam tersi olmalı; Kendimizi ideal bir hayata göre ayarlamaya çalışırken, davet ettiğimiz muhataplarımızı içinde yaşadığı hayatın gerçeğine göre değerlendirmeliyiz. Daha öz bir ifadeyle: Kendimizi ideal olana göre yargılamalı, davet edeceğimiz muhataplarımızı ise içinde büyüdükleri çevre ve kültüre göre yargılamalı ve değerlendirmeliyiz. Ateist ve gayri İslami bir aile ve çevrede yetişmiş birini, “ Neden oruç tutmuyor, neden benim bildiklerimi bilmiyor…” diye yargılayamayız… İslam’ı bilen ve bu sıfatını öne çıkaranların yanlış ve hatalarını da, bilmeyen veya farklı endişeleri olanlarla bir tutamayız.
- Muhataplarımıza değer verdiğimizi göstermeliyiz. Tabi bu da yapmacık ve yağcılık şeklinde olmamalı, içten ve samimi olunmalıdır.
- Hıristiyanların aksine, biz insanların tertemiz ve günahsız yaratıldıklarına ve aklı erinceye kadar da çocukların sorumsuz ve günahsız olduklarına inanırız.
Aslı temiz yaratılan insana değil, yanlışlarına ve günahlarına karşı oluruz. Bu karşı duruş da batıl ideolojiler gibi, ayrıştırıcı ve çatışmacı bir yol değil; güzel bir üslupla günah ve yanlışlara karşı uyarma ve doğruya davet etmek olmalıdır. Farklılıklara saldırmak batılın işidir. Biz bir doktor, bir öğretmen, bir hizmetli anlayışıyla, insanlara faydalı olmaya gayret etmeliyiz… İnsanları yanlışlarıyla suçlamak ve daha kötüye tahrik etmek yerine, onları o yanlış ve günahlardan kurtarmaya çalışmalıyız. Hz. Ömer’in dediği gibi, “ Kardeşimize karşı şeytana yardımcı olacağımıza, şeytana karşı kardeşimize yardımcı olmalıyız”.
- Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratıldığının şuurunda olan Müslümanlar, yeryüzündeki Adalet ve dengeden sorumlu olduklarının bilinciyle hareket etmelidirler. Müslümanlar: Adalete, insan haklarına, adil paylaşıma, hukuki eşitliğe, işçi haklarına, kadınların ve azınlıkların temel insani haklarına, özgürlüğe, doğaya, çevre temizliğine...Sahip çıkmalı; her türlü haksızlığa, sömürü ve işgallere, ayrıştırma ve şiddete karşı seslerini yükseltmelidirler...
- Ve özellikle Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de bütün Peygamberlerin ağzından dile getirdiği “ Davetime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir.” İlkesi ihmal edilmemelidir.
“En güzel şekilde” emri gayet açıktır. Hikmet ise: en güzel, en uygun, en etkili yol ve üslubu bulma yetenek ve çabasıdır. Doğrusunu Allah bilir…
Bununla ilgili şahit olduğum birçok olaydan sadece birini örnek vermek istiyorum. Bölgede olayların yaşandığı 1992 yılında, Elbistan içmelerine gitmiştik. Oraya vardığımızda, daha önce gitmiş iş arkadaşlarımız ve komşularımızdan bir grup, bıyıklarından da ne olduğu belli olan cami imamı için “Cami imamı ırkçıdır, sakın arkasında namaz kılmayın” diye bize telkinde bulundular.
Bu hususlarda, bana telkinde bulunan arkadaşlardan çok daha hassastım. Ancak inandığımı yaşamaya gayret ediyor, yere sağlam basmak istediğim gibi, gösterişten ve yıkmaktan kaçınıyordum. Çok emin olduğum ve arkasında namaz kılmayacağım biri için, neden arkasında namaz kılmadığımı veya kılamadığımın reklamını yapmaz, belki uyanır diye yüzüne söylemek isterdim.
Sonradan öğrendiğime göre, bizim Batmanlı arkadaşların cedelleştiği bu kesimle kavgaları da olmuş. Namazlarımı Camide kılıyor, ancak İmama arkasında namaz kılmadığımı hissettirmiyordum. Namaz sonrası herkesi sorduğum gibi, Cami imamının da hal hatırını soruyordum. Hatta Ekinözü’nde oturan İmama, ısrarla ve samimi bir şekilde “ Hocam! Her ne kadar biz uzaklardan da gelmişsek, ailemiz burada bulunduğundan biz ev sahibi sayılırız, buyur beraber bir yemek yiyelim” derdim.
Yaşananlardan dolayı önyargılı ve asık suratlı olan hoca, önceleri bana pek yüz vermedi. Ancak samimi olduğumu anladıktan sonra Sizin Batmanlılar, benim arkamda namaz kılmıyorlardı” diye serzenişte bulundu. Bende “Emin misin?” diye sorunca: “ Evet” dedi. “Keşke onlarla bu mevzuyu açıkça konuşsaydınız.” dedim.
Zamanla İmamla olan diyaloğumuz arttı. Ve fırsat bulduğum bir anda mevzuyu esas olan konuya getirmeye çalıştım. O aralar Türkiye ve Yunanistan arasında Ege denizi ve adalar için yaşanan krizler üzerinden konuya girdim.
“Hocam!” dedim. “ Allah göstermesin. Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaş çıkar ve bizim kahraman ordumuz, Atina’ya kadar ilerlerse…” “ Allah göstermesin” dedi.
“Peki hocam! Kahraman ordumuz Yunanistan’ı aldıktan sonra, kahraman genelkurmay başkanımız televizyona çıkıp, “Bundan sonra kimse Yunanistan’ca konuşmayacaktır…” ben sözümü tamamlayamadan hoca efendi, “ Olur mu canım!” diye itirazda bulundu.
“Peki hocam! Ben bir adım daha öteye geçeceğim. Ya kahraman Genelkurmay Başkanımız, ‘Herkes Türk’tür! Yunanlı diye bir ırk yoktur! Yunanlılar Türk soyundan gelmektedirler” derse?’… “ Hiç olur mu canım” diye tepki gösteren hoca efendinin koluna girdim ve “Hocam! Allah rızası için, bak beraber camiden çıktık. Aynı Allah’a inanıyor, aynı Peygamber ve aynı Kitaba inanıyoruz. Ne olur, bir Yunanlıya gösterdiğin bu saygı ve hoşgörüyü, Kürt olan ben Müslüman kardeşine de göstersen!”
“Hocam! Allah sizi veya beni, İngiltere veya Rusya’da dünyaya getiremez miydi?” diye sorduğumda, “ Evet” dedi.
“Peki hocam! Allah sizi Kürt olan anne ve babamın çocuğu olarak, beni de sizin ailenizin çocuğu olarak dünyaya getiremez miydi?” dedim ve Hayat rehberimiz Kur’an ve Hadislerden ırkçılığı men edici birkaç delil getirdim.
Şaşkınlık içinde ağzı açık kalan hoca efendi, dua eder gibi ellerini açarak Allah’tan af diledi ve ertesi gün geldiğinde bıyıklarının düzeltilmiş olduğunu gördük. Kendi yaşantımda benzeri birçok olaya şahit oldum.
Kardeş kazanmak varken, kavga ve düşmanlık niye?
İçinde yetiştiğimiz sistemi bilmeliyiz. Temeli batılılarca atılmış ve zulüm üzerine kurulmuş sistemde, insanlar inanç ve değerlerinden koparılarak batı taklitçisi tek tip bir insan yetiştirilmeye çalışıldı. İnsan haklarından veya mağdur edilen Kürtlerden söz eden her ehli vicdan sahibi, sistemin koruyucuları tarafından “Bölücü ve komünist” olarak suçlandı. Sistemin yönlendirdiği halk da bu anlayışla yetişti. Kimilerince bilerek ve halktan da kimileri bilmeyerek, adalet ve vicdan ehli herkesi bu kesimlere ittiler. Oysa Müslüman ve insan olarak, hepimiz haksızlıklara karşı Adaletten yana olmalıyız, olmalıydık…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.