Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararı ile Türkiye, uzun süredir tepki gösterilen ve aileyi tahrip eden İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi.
Şimdi bu durumda bize düşen bu sözleşme kalktı diye bütün sorunlar halloldu gibi bir yanlışa düşmeden mücadeleye devam etmektir. Eğer rehavete kapılırsak kaybetmeye mahkum oluruz. Çünkü şeytan ve avanesi hiçbir zaman boş durmaz. Devamlı olarak insanları İslam’dan uzaklaştırıp cehalet bataklığına sürüklemek için uğraşmaya devam edecektir. Bu sözleşme gibi ve daha tehlikeli yasa ve mevzuatlar halen uygulamada ve tahribata devam ediyor. Cehaletin ürünü olan küresel emperyalist güçlerin İslam toplumunu asimile etmek için uyguladığı yozlaşma planına karşı son nefesimize dek mücadele etmekle yükümlüyüz.
Önümüzde almamız gereken çok yol varken, bu melanet sözleşmenin kalkmasını şükür ile karşılayıp birbirimize sarılmamız ve kenetlenmemiz gerekirken, kalkıp ta bazı kesimlerin, “bak bunu yaptım…” gibi nefsani tavırlar içine girmesi Müslüman şahsiyetine yakışmayacak riyakâr davranışlardır. Bununla birlikte mücadele eden ve bedel ödeyen her ferdinden, STK’lara, vakıflara, siyasi parti, basın kuruluşları, akademisyen, yazar ve gazetecilere kadar herkese şükran ve minnet borcumuz vardır. Bunu yapmayıp sadece kendimize pay çıkarırsak hem kardeşliğimiz, hem mücadelemiz zedelenir, hem de ALLAH’ın (CC) yardımından mahrum kalırız.
Şu an itibariyle yapmamız gereken; birlik halinde İslam kardeşliği ve ümmet maslahatı çerçevesinde 6284 sayılı yasa başta olmak üzere, CEDAW ve Lanzarote Sözleşmesi gibi sözleşmelerin ortadan kaldırılması için mücadele etmeliyiz. Biz mücadelede gevşeklik gösterirsek, bu vb. sözleşmeleri yeniden hakim kılmaya çalışacaklarını açıkça söyleyen ve bu konuda pervasızca adım atanlara meydanı bırakmış oluruz. Bu yüzden mücadelemizden taviz vermeden hep birlikte emperyalizmin hile ve oyunlarına karşı duralım ve nesillerimizi İslam’dan uzaklaştırmalarına izin vermeyelim.
Tek parti döneminde 27 Aralık 1949 tarihinde ABD ile imzalanan ve 13 Mart 1950’de yürürlüğe giren Fulbright Anlaşması ile eğitim sistemi ABD’ye teslim edilerek, nesillerimiz bilinçli olarak inanç ve değerlerimizden uzaklaştırılıp, batı tipi bir nesil yetiştirmenin önü açıldı. Halende bu sözleşme ve zihniyeti marifetiyle, ders kitapları ve müfredatta İslam düşmanlığını dayatan içerikler barındırmaya ve İslam’ı “öcü-gerici” gören nesiller yetiştirilme amacına hizmet edilmeye devam ediliyor. İvedilikle bu anlaşmanın iptal edilip, sonuçlarının ortadan kaldırılması ve yerine inanç ve değerlerimize uygun bir eğitim sistemi ve müfredatının getirilip, eğitimin sömürüden kurtarılması için hep birlikte cansiperane bir şekilde çalışmalıyız.
Bir başka konuda, İslam hukuku uzmanı ve profesör doktor olan Ayasofya Camii imamı açıklama yapınca linç etmeye çalışan malum İslam düşmanı kesimler ile ezik kesimler, nedense alakasız bir şekilde spor kulüplerinin sportif başarısızlıklarını örtmek için İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmasına ses çıkarmıyorlar. Oynanan oyunları görelim ve kimlerin hangi oyun içerisinde olduklarına dikkat edelim de, oyunlara gelmeden mücadelemize devam edelim.
Önceki hafta yazmış olduğum “Kadın Haklarından Bahsedenlere Bak!” adlı yazımda oynanan oyunlara ve yapılan algı operasyonlarına dikkat çekmiştim. Cinsel sapkınlık projelerini dayatan güçler, sürekli olarak kadına şiddet haberleri ile öyle bir atmosfer oluşturuyorlar ki, insan ülkemizin bu konuda dünya şampiyonu olduğunu zannediyor. 21 Martta “Milletimize doğru bilgi vermek görevimiz” diyerek açıklama yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “1 Milyon kişi başına kadın cinayeti oranları; Dünya 13 kişi, Avrupa 7 kişi, Türkiye 3,8 kişi. Sorumluluğumuz, şiddetin her türlüsü ile mücadele etmektir. Türkiye, mücadelesi ile dünya ülkelerine örnek olacak.” Diyerek durumu özetledi. Demek ki yapılan algı kadar kötü bir durumda değiliz. Ancak Müslüman bir toplumda İslam ahlak ve kuralları uygulanarak bu sorunun tamamen ortadan kaldırılması hedefimiz olmalıdır.
Selam ve dua ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.