Altında bir şey aramayın satırlarımın. Öyle bir empatiyle tefekkür etmek istediğimden yazıyorum bunları. Tüm kalabalığa rağmen yapayalnız kaldığınızı düşünün. Milyonluk şehirlerde tek başınaymışsınız gibi hissettiğinizi. Bir sürü sorunla boğuşup durmuş ve öyle bir noktaya gelmişsiniz ki daha önceki tüm kıyamda’lığınıza rağmen artık yorgunluğunuzu ve çaresizliğinizi hissetmeye başlamışsınız. Öyle ki artık duygulanmak istiyorsunuz. Belki de ağlamak isteseniz bile beceremiyorsunuz. Çünkü ağlayışınızı işitip de size şefkat edebilecek, sizi ayağa kaldırıp neşelendirecek, bir babanız da olmayabilir. Ya bir kenara çekilip kendi halinize kalacaksınız ya da sizi ateşleyecek yeni bir çakmak taşı lazım.
İfade etmek değil, yüreğinize yutmak istiyorsunuz kelimelerinizi artık. Tüm duygusallığınıza rağmen duyguyu hiçe sayan bir anlayış etrafınızı sarmış. Tüm mantığınıza rağmen, hiç düşünmeyenler ya da mantığını sadece duygusuz bir akıl yürütmeye teslim etmişler çevirmiş çevrenizi. Hatta duygusal olmaktan utanan, bunu bir eziklik gören, hep gülen ve ağlamayı unutanlar sizi neredeyse kınıyor. Ya da siz öyle zannediyorsunuz. Evet, ağlamak istiyorsunuz, bu kadar basit. Aynen dünyaya gözlerinizi açtığınız o günkü gibi.
Çevrenizdeki yaşıtlarınız ya da küçükleriniz, az ya da çok sizinle beraber olsa da bir çocuksu yalnızlık içindesiniz. Onlar size her türlü desteği verse de içinizdeki aynı hissi yaşamaya henüz hazır değiller. Birçok konuda sizi anlasalar da yaşanmamış tecrübeleri onlar için havada kalıyor ve bu küçük yaranıza merhem olamıyorlar. Dışarıda sizi ifade edebilecek hiçbir paydaş kalmamış da tüm fikriniz, fikretiniz sizin içinizde artık. İşte o anda sizi bir büyüğünüzün hatırladığını ve durup dururken halinizi hatırınızı sorduğunu düşünün. Sizi anladığını onun üç beş kelimesinde hissedin. Uykusuz gecelerinizdeki uydurma trafiği gerçeğe dönüştürdüğünü hissedin. Sizi kucaklayıp, yanaklarınızdan öptüğünü ve neyin var küçüğüm diye sorduğunu, sizinle ilgilendiğini.
Kur’an’ı kendisine rehber edinmişler olarak da bu ruh haline girebiliriz arada bir. Bu durumlar bana göre ruhi dinginliğe giden bir otobandır. Allah’ı duymaya, O’nu yanı başımızda hissetmeye, O’nun tek başına ve yapayalnız bir kulu olduğumuzu anlamaya. O’nu daha çok sevmeye, bizi hiçbir zaman terk etmeyecek ve unutmayacak olan bir baba gibi olduğunu anlamaya götürür. O’nun da bizi sevdiğini ve arada bir neyimiz olduğunu bildiği halde niçin “neyin var kulum” diye sorduğunu anlamaya. Musa’ya “o elindeki nedir Musa?” diye sorduğu ve O’nun yalnızlığını paylaştığı, onu şefkatiyle sarmaladığı gibi.
“Sağ elindeki nedir ey Musa?” -Taha Suresi: 17-
Hayat bu. Allah’ın vahyi size arkadaş olmuş olsa bile, onu anlamaya ve kendi idrakinizce yaşamaya başlamış ama tıkanmış da olabilirsiniz. Bazen öyle anlar gelir ki o vahiylerden bazıları sizi zorlar. Öyle derin bir tefekkür gerektirir ki donanımınızın yetmediğini hissedebilirsiniz.
“Ta Ha. Biz sana bu Kur’an’ı güçlük çekmen için indirmedik.” -Taha Suresi: 1-2-
Daha önce okuyup da anlamadığınız ve dara düştüğünüz anları bir anda silip atan kısacık bir ayet.
“Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik”
Subhanallah!!!
Hangi bilimsel cevap, hangi araştırmacının ulaştığı sonuç ya da hangi mucize o anlamadığınız ayeti şu yukarıdaki hak cümle kadar açıklayıp rahatlatabilir sizi?
İşte size “neyin var ” diyen bir büyüğünüz. İşte sizi sarıp sarmalayıp, yanaklarınızdan öpüp omuzlarına alan bir baba. İşte “canını sıkma, ben seninle beraberim” diyen sadık bir dost. İşte sizi kalabalıklar içinde yapayalnızken, geçici de olsa düştüğünüz ruhsal sıkıntıdan diye çıkartıveren bir mucize.
Allah size sadece emirler yağdıran bir padişah olmadığını, aynı zamanda o kadar kulunun içinden sizi seçip, size değer verip, sizi seven, korkunuzu, yalnızlığınızı ve efkârınızı paylaşan bir dost olduğunu da hatırlatıyor.
Eğer vahyolunan vahiy sizi zora düşürüyorsa, yine yardım istenecek olan dost o Allah’tır. Eğer bir arkadaşa, bir destekçiye, bir yoldaşa ihtiyacınız varsa da kendinizi yıpratmaya gerek yok, O’ndan isteyeceksiniz. Aynen Musa (a.s) mın yaptığı gibi.
“Dedi ki: ‘Rabbim, benim göğsümü aç. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz, ki söyleyeceklerimi kavrasınlar. Ailemden bana bir yardımcı kıl. Kardeşim Harun’u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni çok zikredelim. Şüphesiz Sen bizi görüyorsun.” -Taha Suresi: 25-35-
Eğer biz Musa olmayı becerebilirsek, Allah da bize elbet istediğimiz kolaylığı verir. Hatta biz istemediğimiz, isteyemediğimiz zamanlarda bile O bize birçok şey vermiştir. Aynen Musa’ya verdiği gibi.
“Dedi ki: Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim; işitiyorum ve görüyorum.” -Taha Suresi: 46-
Düşünün… Allah, aynen Musa’ya söylediği gibi “korkma” diye bize de hatırlatıyor aslında. O yüce Allah’ın “korkma kulum” demesinden öte ne gibi bir şey bizi endişeye sürüklesin ki artık!!! Allah “korkma” diyor, daha ötesi var mı?
Allah her daim bizimle beraberdir. Allah yalnızların yanındadır. Allah unutulanları unutmaz. Allah kendisine yönelenleri geri çevirmez. Allah her daim bizi arayıp soran, bildiği halde halimizi hatırımızı soran şefkatli velimizdir. Doğru yol gösterenimizdir. Allah’a ve ahirete hak ettiği biçimde iman edenler dosdoğru yolda olanlardır. Kimin doğru yolda olduğundan şüphe Elindeki Nedir Ey Musa?
En yalnız olduğunuz zamanda bile yalnız değilsiniz. Selam edenlere selam olsun. Fikriniz, fikretiniz sizin içinizdedir. Arada bir yoklayan yalnızlık hissi gayet normaldir ve Allah’tandır. O yalnızlık hissi sadece O’na yönelmemiz gerektiğini hatırlatan bir zikirdir. Aldığınız her selam, her hal hatır soruş ise, yaratılmış kimden gelirse gelsin aslında Allah’tandır.
Selam ve Dua ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.