Elazığ'ın Palu ilçesinde ikamet eden ve pek bilinmeyen nur talebelerinden Molla Mehmet Ali Öztürk, Üstad Bediüzzaman ile tanışmasını ve anılarını anlattı.
Üstad Bediüzzaman'ın telkinleriyle tüm hayatı boyunca irşat vazifesinde bulunan, bölge insanı tarafından tanınan ancak unutulan nur talebelerinden olan Molla Mehmet Ali Öztürk, Üstad'la tanışmasını ve aralarında geçen konuşmaları İLKHA'ya anlattı.
Palu'nun Beyhan (Hun) beldesinde ikamet ettiği evde İLKHA'yı konuk eden Molla Mehmet Ali, Isparta'da ziyaret ettiği Üstad'a sorduğu soruların cevabını almaya ve onunu elini öpmeye muvaffak olduğunu belirtti.
Üstad'ın ismini ilk kez, 1944-45 yıllarında ilçenin Seraçor (Güllüce) köyü muhtarının Diyarbakır dönüşünde babasına anlattığında duyduğunu söyleyen Molla Mehmet Ali, Üstad'ın bu civarda herkes tarafından Molla Said-i Kurdi olarak tanındığını anlattı.
"Bu, ahirzamanda beklenen müçtehittir"
Üstad'ın bir tefsir (Risaleler) yazdığını duyar duymaz babasının tekbir getirip, "Bu, ahirzamanda beklenen müçtehittir" dediğini ve bu sözünden çok etkilenerek Üstad'a büyük bir muhabbet beslemeye başladığını söyleyen Molla Mehmet Ali, "Babama ricalarda bulundum, beni Diyarbakır'a götürmesi için. Selanik'in Kayalar kazasından Türkiye'den bir kıdemli yüzbaşı vardı. Resmi muvazzaf Mehmet Kayalar. Diyarbakır'da '10 Numara' denilen, emniyete yakın bir yerde her akşam toplantı yapar, Bediüzzaman'dan bahsederdi; çekinmeden, alenen, pervasız bir şekilde. Ben de ara sıra kaçak gidip dinlerdim. Mehmet Kayalar, mahkemelikti. Bir gün mahkemesi vardı. Mahkemeye gittik başımızda takkeler var. Polisler bize bakıyorlar. Fakat bize ilişmiyorlar, gülerek alay ediyorlar. 'Bunlar deli mi ne? Başlarında takke…' diyorlar." diye konuştu.
Üstad'a duyduğu muhabbetin her geçen gün arttığını söyleyen Molla Mehmet Ali, Isparta'ya gitmek istediğini Mehmet Kayalar'a söyleyince, bu konuda izin vermesi için Elazığ'da bulunan Albay Hacı Hulusi Bey'e gönderdiğini ifade etti.
Üstad'la tanışması
Hulusi Bey'in ilk önce izin vermemesine rağmen ısrarları üzerine izin alarak Isparta'ya gittiğini dile getiren Molla Mehmet Ali, Üstad'la tanışma anını şöyle anlattı:
"Yüzbaşı Rüştü Çakır Beyle beraber Üstad'ın evine gittik. Randevu istedi. Haber geldi, 'Buyursunlar, gelsinler" denildi. Ahşap, iki katlı bir bina, merdivenleri tahtadandı. Kirasını vermek suretiyle Üstad Hazretleri oturuyor. Sağda iki oda, kapısı doğuya açılıyor. Solda iki oda, kapıları batıya açılıyor. Soldaki odaların ikincisinde Üstad oturuyor. Bağdaş kurmuş karyola üzerinde. Yatakta ve yorganı da göbeğine kadar çekmiş bir vaziyette idi. İki mübarek eli de yorganın altındaydı. Sağ tarafında bakınca bizi gördü. 'Hoş geldiniz misafirler.' dedi. Ben de 'Esselamun aleyküm Üstadım, Efendim!' dedim. İki elini kaldırdı, 'Vealeyküm selam' dedi. Bunun ardından bana, 'Oğlum, ben üç şeyden men edildim: Yemekle birlikte ekmek yemekten, konuşmaktan, el öptürmekten.' Öyle demesiyle belimin damarı çekildi. Anladım ki elini öpmeye izin vermeyecek."
Üstad'la görüşmesini anlatırken Mehmet Kayalar'ın Üstad'a ithafen kaleme aldığı "Hakikat Işıkları" adlı şiiri terennüm eden Molla Mehmet Ali, duygusal anlar yaşadı.
Üstad'ın karşısında çok heyecanlandığını, kendisine 3 defa oturmasını söylemesine rağmen hürmeten 3'üncü söyleyişinde oturduğunu belirten Molla Mehmet Ali, Üstad'a sorular yönelttiğini söyledi.
"O, senin her müşkülatını halleder"
Molla Mehmet Ali, "Birinci sorum şuydu: Üstadım, Efendim! Evvela bu dehşetli asırda, bu maddi, manevi, dehşetli düşmanlar karşısında, nasıl yapalım ki imanımızı kurtarabilelim? Çünkü iman meselesi her şeyden mühimdir. Bu sorum üzerine Üstad, 'Risale-i Nur'u okumadın mı?' diye karşılık verdi. Ben de 'Üstadım, Efendim! Okudum ama yanımda pek az eser bulunduğundan, müşkülatımı tam olarak gideremediğimden bil mecburi Üstadımıza müracaat etmeye geldim.' dedim. Bana, 'Senin elinde hangi nüshalar var?" dedi. Ben de 'Tarihçe-i Hayat, Asa-yı Musa ve Zülfikar Mecmuası var.' dedim. Bana, 'İşte o, senin her müşkülatını halleder.' dedi. Ancak hangisini kast ettiğini hâlâ bilmiyorum." şeklinde konuştu.
"İman, ahiret memleketinin pasaportudur"
Üstad'ın Risalelerde geçen, "Her adam eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklıda varsa o tek davayı (imanı kurtarmak davası) kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek." sözüne işaret eden Molla Mehmet Ali, "İman, ahiret memleketinin pasaportudur." diyerek imanın önemine dikkat çekti.
Şapka Kanununa karşı Üstad'ın cevabı
Şapka Kanununa karşı Üstad'ın duruşunu merak edip sormak istediğini ancak henüz sormadan, sanki hissetmişçesine cevap verdiğini anlatan Molla Mehmet Ali, Üstad'ın tarihe geçecek ve pek bilinmeyen şu cevabı verdiğini söyledi:
"Üniversiteden bir grup talebe yanıma geldi. Dediler ki, 'Hocam, biz şapka başımıza koyarsak Risale müsaade etmeyecek. Takke başımıza koyarsak kanun müsaade etmeyecek. Başı açık gezersek yazın yaz nezlesine tutulup burunlarımız kanacak; kışın da kış nezlesine tutulup burunlarımız akacak? Ne diyorsun?' Onlara dedim ki, bizim öncülerimiz Kur'an, İslam, din yolunda kafalarındaki beyinlerini, damarlarındaki kanlarını akıttılar. Sizin yazın yaz nezlesine, kışın kız nezlesine tutulmanız nedir ki?"
Molla Mehmet Ali, görüşmenin sonunda kendisinin Risale-i Nur'u neşretmek ve insanların anlayacağı bir tarzda açıklama isteğini içinden geçirince Üstad'ın buna da müsaade vererek bazı telkinlerde bulunduğunu anlattı.
Bunun üzerine, normalde izin vermediği halde, Üstad'ın elini 3 kere öpmeye muvaffak olduğunu belirten Molla Mehmet Ali, bunun üzerine Üstad'ın da kendisinin alnını öptüğünü söyledi.
Görüşmenin sonunda Isparta'dan ayrılarak memleketi Palu'ya geldiğini söyleyen Molla Mehmet Ali, Risale-i Nur hizmetlerine kaldığı yerden daha büyük bir şevkle devam ettiğini sözlerine ekledi.
"3 ay 'düzmece (Türkçe) ezanı' okudum"
Tek parti döneminin halkta hiçbir karşılık bulmayan ve fakat 18 sene boyunca uygulanan en büyük dayatması olan Türkçe ezanının şahidi olduğunu ve o dönem kendisinin de Türkçe ezanı okumak zorunda kaldığını anlatan Molla Mehmet Ali, "Siirt'te 3 ay 'düzmece ezanı' okudum. İmam değildim o zaman tabi. Hafız Nadir diye yaşlı biri vardı Siirt'te. Minareye çıkamazdı. Beni görevlendirmişti. Ezanları ben okurdum. Sabah ezanı erken okunurdu oralarda. O vakitler karanlık olurdu. Özellikle memur kesimin hepsi uykuda olurdu. Sabah ezanını Arapça okurdum o yüzden. O zaman hoparlör de yoktu. (Arapça ezanı duyup şikayet etme ihtimalleri yoktu). Sabah ezanının bitirip bu kez Türkçesini okumaya başlıyordum. Ama diğer vakitleri de (herkes duyduğu için) mecburen Türkçe okuyordum." diye konuştu. (İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.