,
  • BIST 8718.11
  • Altın 2246.816
  • Dolar 32.3324
  • Euro 35.1911
  • İstanbul 9 °C
  • Ankara 2 °C
  • İzmir 7 °C
  • Antalya 10 °C

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi

Tanıkların dilinden 15 Temmuz direnişi
Türkiye tarihinde yeni bir milat olan 15 Temmuz'un üzerinden üç yıl geçti. Unutulmaz acıların yaşandığı o gecede, gelecek nesillere örnek olacak bir "millet direnişi" sergilendi.

2016 yılında takvimler 15 Temmuz gecesini gösterdiğinde başta ABD olmak üzere emperyalizmin öncü kuvvetleri tarafından organize edilen FETÖ darbe girişimine karşı Türkiye'de örneği yaşanmamış bir direniş sergilendi. O gece 251 kişi şehid oldu, 2 bin 740 kişi de yaralandı.

ABD destekli FETÖ darbe girişiminde keskin nişancı tarafından vurularak şehid olan Mehmet Ali Kılıç'ın babası Abdullah Kılıç, oğlunun İslam'ın ve Müslümanların geleceği için meydanlara çıktığını ve bu uğurda canını feda ettiğini dile getirdi.

Namık Kemal Üniversitesi'nde Makine Mühendisliği bölümünde okuyan ve aslen Bitlisli olan Mehmet Ali Kılıç, anne babasının en büyük çocuğuydu.

Abdullah Kılıç

22 yaşındaki Mehmet Ali, darbeye direnmek için meydanlara çıktığında kolu fena halde ağrıyordu. Kolunun ağrısına rağmen darbecileri durdurmak için Boğaziçi Köprüsü'ne giden Kılıç, burada keskin bir nişancı tarafından vurularak şehid edildi.

15 Temmuz gecesi yaşadıklarını İLKHA'ya anlatan baba Abdullah Kılıç, "Arkadaşının dükkânında haberleri izliyormuş. Haberleri duyunca telefon açtı. 'Cumhurbaşkanı halkı sokağa çağırıyor, bende gidiyorum' dedi. 2-3 saat AK Parti binasının orda olduğunu biliyorduk.  Saat 12'den sonra arkadaşının bisikletini alarak köprüye gitmiş. Saat 3'e 4'e kadar köprüde olduğunu bilmiyorduk. Köprüye giderken mahalleden 13 yaşındaki bir çocuk da onunla beraber gitmiş. Hatta orda ona kızıyor 'Sen git annen, baban merak eder.' diye. Zaten çok geçmeden o çocuk kurşun ile kasığından yaralanmış. Onu omuzuna alarak ambulansa kadar getirmiş. Daha sonra o çocuk demiş 'Mehmet abi sen benimle gel', o da 'Benim işim var, işim daha bitmedi.' diyerek başka arkadaşını o çocuk ile göndermiş. O çocuğun ciddi bir şeyi yokmuş, kurtuldu. Saat 4-5 gibi aradık. Kızdık, 'Artık gel.' diye. '3 defa gelemem.' dedi. Saat 6 gibi annesi yatağını hazırladı, gelince yorgundur uyur diye. Bir süre sonra arkadaşı aradı, oğlumun yaralı olduğunu, hastaneye kaldırıldığını söyledi." dedi.  

"Şehid olduğunda yüzü gülüyordu"

Daha sonra oğlunu bulmak için hastaneye gittiğini, onu çok aradığını, fakat sonunda morgda yatan oğlunu gördüğünde o an yüzünün güldüğünü söyleyen Kılıç, "Hastaneye gittik. Burada böyle birisi yok dediler. Başkasına sorduk, soruşturduk. Birisi bizi morga götürdü. Baktık o değildi. 'Buraya gelmiş ama siz yok diyorsunuz.' diyerek onlara kızdık. Ağır yaralıların olduğu bölgede olduğunu söylediler. Gidip baktık yoktu. Hastanede çalışan bir komşumuz vardı. Bizi yine morga götürdü. Dedi 'az önce bir cenaze geldi bir bakın.' Öyle der demez ayaklarımızın bağı çözüldü. Morgu açtıklarında Mehmet Ali'yi görünce içim ferahladı, yaşıyor zannettim. Dedim 'Bu ölü değil.' çünkü gülüyordu. Yaklaştık baktık ses yok, elimi yüzüne sürdüm baktım yüzü soğumuş. O an anladık ki Mehmet Ali şehid olmuş." ifadelerini kullandı.

Selahattin Cankatar

248 kişinin şehid olduğu, 2 bin 196 kişinin de yaralandığı 15 Temmuz darbe girişiminin birinci yılında yüreklerindeki acıların ilk günkü gibi olduğunu belirten şehid aileleri, o gece işlenen katliamı unutmayacaklarını ve tüm olup bitenlerin nesilden nesle aktarılması gerektiğini istiyor.

15 Temmuz ABD destekli FETÖ darbe girişiminin yaşandığı gece, sokaklara ve meydanlara çıkıp direnenlerden ve bu uğurda canlarını feda edenlerden biri olan Ömer Cankatar'ın babası Selahattin Cankatar, yaşadıklarını gözyaşları içerisinde anlattı.

Cankatar, "O geceyi sonradan arkadaşlarından öğrendik, duyduk. Tam eğildiği sırada kafasına mermi isabet etmiş ve orada şehid olmuş. Normalde Ömer, atik bir insandı, ama o anda kendini koruyamamış. Allah ondan razı olsun. Ömer'in benden bile üstün meziyetleri vardı. Hazreti Ömer gibi adaleti vardı. Hiç kimseyi kırmazdı. Gelip beni sarar, okşardı. Şimdi kimse yok, kimsem kalmadı… Hiçbir şeyden tat alamıyorum. Oğlum çok güzel bir insandı. Çok seviyordum onu, ikimiz bir parça gibiydik." ifadelerini kullandı.

"Kızıyorlar bana 'kendini toparla' diye, yapamıyorum ki çok özlüyorum"

Ömer'siz yaşamanın zor olduğunu ifade eden baba Cankatar, o gece yanında olmayı çok istediğini belirterek, "Keşke o gece yanında olsaydım. Belki kollardım, bir şey yapardım, ama olmadı. Rabbim onu sevdi ve aldı. Ömer nerde çalıştıysa herkes ondan razıydı. Herkes severdi. Mezarına hep geliyorum. Onsuz yapamıyorum. Kızıyorlar bana 'kendini toparla' diye. Yapamıyorum ki çok özlüyorum. Rabbim bizi kavuştursa birleştirse çok iyi olur. Biz onunla arkadaş gibiydik, her şeyini bana anlatıyordu." dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde darbecilere direndiği sırada baiından vurularak olay yerinde şehid olan Ömer Cankatar, 17 Temmuz Pazar günü Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi.

Ramazan Tekin

Darbe girişimini püskürtmek amacıyla 15 Temmuz'da evlerinden çıkan kahraman kadınlardan biri olan evli ve 3 çocuk annesi Malatyalı Türkan Türkmen Tekin'in (47) eşi Ramazan Tekin, o gece yaşadıklarını anlattı.

Atatürk Havalimanının darbeciler tarafından işgal edildiğini duyar duymaz kilometrelerce yol yürüyerek tankların karşısında duran Türkan Türkmen Tekin, eşi Ramazan Tekin ile birliktelik önce Esenler İlçe Emniyet Müdürlüğüne gitti. Burada toplanan halkla Atatürk Havalimanı'na doğru yürüyüşe geçti. Yolda ön sıralarda yürüyen Türkan Tekin, darbeci askerlerin üzerlerine sürdüğü tankın altında kalarak ağır yaralandı. Çevredekilerin yardımıyla hastaneye kaldırılan Tekin, burada şehid oldu.

İyi bir Kur'an-ı Kerim öğreticisi olan Türkan Tekin, başörtüsü yasağı nedeniyle ilkokul 3'üncü sınıfta okulunu bırakmak zorunda kalmıştı.

Şehit Türkan Tekin'in hayatı ve 15 Temmuz gecesi ile ilgili konuşan Ramazan Tekin, eşinin şehitler gibi yaşadığını ve sonunda şehit olduğunu söyledi.

15 Temmuz gecesi yaşadıklarını ve eşi Türkan Tekin'in şehit olduğu anı anlatan Ramazan Tekin, şöyle konuştu:

"O gece evde oturuyorduk. Büyük çocuğum dışardaydı. 12 yaşındaki küçük kızım evde yatıyordu. Saat 22.30-23.00 gibi, bir akrabamızdan telefon geldi, 'darbe oluyor' diye. Hemen televizyonu açıp haberlere bakmaya başladık. Her yerde 'son dakika' haberleri geçiyordu. Eşim, 'kalk gidelim' dedi. 'Biraz oturalım' dedim. 'Yok gidelim' dedi. Eşim evden çıkmadan abdestini alıp iki rekât namazını kıldı. O namazı kılana kadar ben binadan aşağıya indim. Benden sonra kapıyı çekip, aşağı katımızda oturan büyük ablamın evine gitmiş. Anahtarı eline sıkıştırıp 'çocuğum önce Allah'a sonra sana emanet' diyor. Ablam olaydan bir ay sonra bunu bana anlattı."

"Yürümeye devam ettik." diyerek sözlerini sürdüren Tekin, daha sonra tanklarla karşılaştıklarını belirterek o anları şöyle dile getirdi:

"Üst geçitte tank geliyor diye insanlar bağırıyormuş, ama biz görmediğimiz için yolumuza devam ettik. Baktım insanlar kaçıyor sağa sola. Baktım tank geliyor, şaşırdım. Tankı görünce dondum kaldım. Eşime bir şey olmasın diye sol tarafa yönlendirdim. Bariyer tarafına kendisini atsa bile kendini kurtarır diye düşündüm.  O hainleri görünce göz perdem kapandı. Böyle bir şey görmemiştik. Hainler soldaki insanları ezip gitti. Eşime doğru koştum. Yerde yatıyordu. Kucakladım eşimi. Kafadan darbe almıştı. Yalvardım 'Türkan bir ses ver, konuş' diye ama yok. Vücudu sıcak ama kafaya darbe aldığı için konuşamıyor. Hastaneye götürmem gerekiyor ama nasıl götüreceğim? Yollar kalabalık, gelirken nasıl yürüdük biliyorum. 'Allah'ım yardım et bana, yolları aç ki eşimi götürebileyim' diye dua etmeye başladım."

"Oğlum, annesinin şehit olduğunu duyunca kalkıp 2 rekât namaz kılmış"

Eşi yaralandıktan sonraki koşuşturmacayı ve ailece yaşadıkları acı dolu anları anlatan Tekin, sözlerine şöyle devam etti:

"Bir araç durdu ve eşimi araca koyduk hastaneye götürdük. Oğlum aradı cevap veremedim. Annesini aramış o da cevap vermeyince amcasını aramış. Kardeşim hastanede olduğumuzu, annesinin yaralı olduğunu söylemiş. İnanmamış, bir şey olmuş demiş. Tabi sonradan şehit olduğunu duyunca kalkıp 2 rekât namaz kılıyor. 'Annem istediğine kavuştu' demiş. 2 saat bizi içeriye almadılar. 2 saat sonra içeri girip eşimi arıyordum. Doktorlardan biri eşimin şehit olduğunu söyledi. Öyle deyince çöktüm ben. Eşimi görmek istediğimi söyledim. Beni kalkıp morga götürdüler. Eşim bir yandan şehit olmuş bunun sevinci, bir yandan da kolum kopmuş bunun üzüntüsü. Çocuklarıma bir şey söyleyemedim. Ufak çocuğum annesini sorduğunda hastanede olduğunu söyledim. İkindi namazına kadar sakladım. Cenazesi kapıya gelince gelip gördü. Eşim evden çıkarken küçük çocuğumuz uyuyordu. Hiç bir şey demeden gitti."

ABD destekli darbe girişimini püskürtmek amacıyla 15 Temmuz'da sokağa çıkan kadınlardan biri olan Türkan Türkmen Tekin, Atatürk Havalimanı’nın darbeciler tarafından işgal edildiği haberini alır almaz ailesiyle birlikte Esenler’den yürüyerek yola çıktı. Eşi Ramazan Tekin ve çocuklarıyla ilk önce Esenler Atışalanı Karakolu'na giden Türkan Tekin, burada toplanan halkla birlikte Atatürk Havalimanı'na doğru yürüyüşe geçti. Yolda ön sıralarda olan Türkan Tekin, darbeci askerlerin halkın üzerine sürdüğü tankın altında kalarak ağır yaralandı. Çevredekilerin yardımıyla hastaneye kaldırılan Tekin, burada şehid oldu. 43 yaşındaki Türkan Tekin arkasında hüzünlü bir eş ile 20 yaşında Berkay, 18 yaşında Buket ve 11 yaşında Sümeyye isimli 3 çocuk bıraktı.

Emin Oğuz Ayanoğlu

Kiminin kollarında eşini kiminin evladını kiminin de kardeşini feda ettiği o gecenin tanıkları, başını ABD'nin çektiği emperyalist güçlerin desteklediği FETÖ darbe girişiminde yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor. Bunlardan biri ağabeyi Onur Ensar Ayanoğlu'nu şehid vermiş ve kendisi de yaralanmış Emin Oğuz Ayanoğlu, diğeri ise 2 çocuk annesi Safiye Bayat.

Cuntacı askerlerin açtığı ateşte ağabeyinin şehid olduğunu kendisinin de yaralandığını belirten gazi Emin Oğuz Ayanoğlu, ağabeyine imrendiğini söyledi.

'15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde (o günkü adı Boğaziçi Köprüsü) darbecilerin açtığı ateşte ağabeyi Onur Ensar Ayanoğlu şehid olan, kendisi de yaralanan Emin Oğuz Ayanoğlu, şehadeti çok arzuladığını ancak bu mertebenin ağabeyine nasip olduğunu dile getirdi.

Darbe girişimi gecesinde '15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde açılan ateş sonucu kalçasından yaralandığını, kurşunun damarını, sinirini, kemiğini sıyırıp sadece etini alıp götürdüğü belirten Ayanoğlu, 15 Temmuz'un bir işgal girişimi olduğunu, bu girişimin de milletin büyük bir cesaretiyle önlendiğini belirtti.

Ayanoğlu, "O gece ağabeyim şehid oldu, ben ise gazi oldum. Şükürler olsun bu gurur hepimize yeter. Şehitlerin yüzü suyu hürmetine bu millet, bu vatan ayakta duruyor. O yüzden gururluyuz, mutluyuz ve hiçbir şekilde pişman değiliz. O gecenin ne kadar hain ve alçak bir gece olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. O bir darbe girişimi değil, işgal girişimiydi. İşgal girişimine bu aziz millet mani oldu ve darbe girişimine izin vermedi. Verdiğimiz mücadeleyi hiçbir millet yapamaz. Bu cesaret de kimsede yoktur. İçimizdeki hainleri ve alçakları da görmüş olduk. İnşallah bundan sonra daha güçlü olarak daha iyi yerlerde olacağız." dedi.

Safiye Bayat

15 Temmuz darbe girişimi sırasında yaralananlardan biri de 2 çocuk annesi Safiye Bayat'tı. Boğaziçi Köprüsü’ndeki (Şehitler Köprüsü) yaralıların yardımına koşarken vurulan Safiye Bayat (35), darbeci askerlerin, elini kaldırıp yaralı almak isteyenleri dahi vurduklarını söyledi.

15 Temmuz gecesi yaşadıklarının hafızasından silinmediğini belirten Safiye Bayat, ayağındaki platinle hayatını sürdürdüğünü dile getirdi.

"Tespihimi, minik Kur’an'ımı da yanıma aldım"

Bayat, "Evde gayri ihtiyarı televizyonu açtım, bir kalkışmanın olduğu söyleniyordu. Hemen kalın kıyafetler giyerek, çantamı da alarak içine ilaçlar, yara bezleri, yara bantları, bir takım ağrı kesiciler doldurdum. Tespihimi, minik Kur'an'ımı da yanıma aldım. Abdestimi almıştım. Önemli bir durum olur da kaydederim diye kayıt cihazımı da yanıma aldım. Hemen yürümeye başladım. Öncelikle Çengelliye yürüdüm. Çengelköy normalde çok cıvıl cıvıl bir yerdir, ama hiç kimse yok, araba yok, dükkânlar, benzin istasyonları kapalı. Beylerbeyi'ne doğru ilerlerken eşim aradı. Bana 'nereye gidiyorsun' dedi. Bende 'köprüye gidiyorum' dedim. Bana, 'gitme, geri dön, burası çok karışık' dedi. Ben 'gidiyorum' dedim. Daha sonra onunla görüşemedim." dedi.

"Yaptığınız yanlış deyince rütbeli asker yanağımın üzerinden ateş açtı"

Boğaziçi Köprüsü'nü tutan rütbeli askerle yaşadığı diyalogu da aktaran Bayat, o anları şöyle anlattı: "İlerledim ve hain rütbeliyle karşı karşıya kaldım. Onunla baya bir mücadeleye girdik. Yaptıklarının yanlış olduğunu, bunu yapmamaları gerektiğini ve burayı terk etmeleri gerektiği yönünde düzgün bir yürekle söylemeye çalıştım ama tabi o hainlere kâfi gelmedi. Arkadaki asker müsveddeleri de hain rütbeliye tabiydiler. Hiçbirisi hainliklerinden ve zulüm etmekten geri durmadılar. Hatta bana hain rütbeli eziyet ve zulümde bulundukça çok keyifleniyorlardı. Beni çok tartakladı, hırpaladı. Ben, 'yaptığınız yanlış, bunu yapmayın ve arkandaki askerleri de boşuna peşinden sürükleme' dedim. Bunu duyduğu an beni kendine çekti ve yanağımın üzerinden ateş açtı."

"Rütbeli, askerlere 'anneniz sizleri bugünler için doğurdu' dedi"

Darbeci askerlerin arkasından defalarca ateş açtığını ve hiçbir kurşunun kendisine isabet etmediğini kaydeden Bayat, sözlerine şöyle devam etti:

"En son rütbeli askere 'sen çok zalimsin ve arkandakileri de zalimleştirmeye çalışıyorsun' dedim ve gitmeden önce ona, 'siz yenileceksiniz, siz zalimlerdensiniz' dedim. Çok kızdı hain rütbeli, asker müsveddelerine dönerek, 'işte anneniz sizleri bugünler için doğurdu' dedi. Ben geri döndüm, ateş emri verdi arkamdan. Arkamdan onlarca kurşun geldi ama onlarca ateşten hiçbirine Rabbim nasip etmedi. Eğer inanmış, teslim olmuşsanız Allah zalimlerin karşısında sizlerin boynunu eğmez. Çünkü inanan kalpler, çelikten de kuvvetlidirler. Allah size bir gömlek giydirir, çeliktendir."

Vurulduğu anı da anlatan Bayat, "Bir bayan yaralandı, dediler. Ben ona giderken kurşunlandım. Ne büyük bir şeref. Önde giden kardeşleriniz sizi nasıl arkaya itmişse, sizin için ölmek istiyorsa ben de kız kardeşim için ölmek istedim. Yaralandım diyemedim. 'Lütfen kız kardeşime koşun' diyebildim ama o gözlerimizin önünde son nefesini verdi. Ateş hattı olduğu için alınamıyorlardı, ben de o ateş hattında oldukça kan kaybettim. Elini kaldırıp yaralı almak isteyenleri dahi vurdular. Tabi bu çok zalimce bir şey. Bir şekilde ateş hattına girip sonrasında beni çektiler ve herhangi bir araca bindirerek hastaneye kaldırdılar. 18 gün boyunca hastanede tedavi gördüm." dedi.

Vahide Şefkatlioğlu

15 Temmuz darbe girişiminde cuntacılar tarafından tankla ezilerek şehid edilen Mehmet Şefik Şefkatlioğlu'nun eşi Vahide Şefkatlioğlu, o gece yaşadıklarını gözyaşları içinde dile getirdi.

O gece eşiyle beraber darbecilere "Dur" demek için meydanlara çıkan Şefkatlioğlu'nun eşi tankın paletleri altında can verirken, kendisinin de bir bacağı paletlerin altında kalarak parçalandı.

Bir buçuk ay yoğun bakımda, yaklaşık 12 ay da hastanede yatan Şefkatlioğlu, yaşadıklarını İLKHA muhabirlerine anlattı.

Şefkatlioğlu şöyle konuştu: "Darbe girişiminde eşim iş yerinden izinliydi. 15- 20 günlük izni vardı. 'Evi boyayalım.' diyen eşime, bizim evin yıkılma gibi bir durumu olduğu için 'Boş ver, kalsın.' demiştim. Israr edince en azından evde canı sıkılıyor diye boyamasını istedim. Gidip boya aldık, akşama doğru eve geldik. O gün hiç televizyon falan açmadık. Eşim tavanı boyamaya başladı, ben de çay yaptım, içtik. Eşime çok yorulduğumu ve uyuyacağımı söyledim. 'İyi, sen uyu. Ben de namazımı kılar, diğer tarafları boyadıktan sonra uyurum.' dedi. Daha sonra ben uyumaya gittim."

"Ben şehit olmaya gidiyorum"

Eşiyle arasında geçen diyalogdan bir müddet sonra kız kardeşinin, telefonla arayarak kendilerine darbe girişiminin yaşandığını anlatan Şefkatlioğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Yarım saat veya bir saat geçti mi bilmiyorum, küçük kızım geldi, 'Anne, teyzem arıyor.' dedi. Israrla birkaç defa arayınca telefonu açtım. Kardeşim bana 'Abla darbe olmuş, haberin var mı?' dedi. Darbe deyince direkt ayağa kalkıp ağlamaya başladım, 'Ülke elden gidiyor.' dedim. Hemen aklıma Suriye geldi. Suriye'de neler olduğunu düşündüm. İnsanlara ne işkenceler yapıldığını biliyoruz. Hemen odaya koştum, televizyonu açtım ama kanallar göstermiyordu. Sonra oğlumu çağırdım, oğlum kanalları ayarlayınca bir alt yazı geçiyordu. Bir komutanı rehin aldıklarını yazmışlardı. Eşime dışarı çıkacağımı söyledim, o ise 'Nereye gidiyorsun? Dur! ben oğlanla beraber çıkarım, sen kal.' dedi. Ben kabul etmeyince salondan pardösümü alıp geldim. Oğlum kanalları değişince Tayyip Erdoğan'ın 'Herkes dışarı çıksın.' çağrısı gördük ve artık içeride duramadık zaten. Ben, oğlum ve eşim ağlaya ağlaya dışarı çıktık. Sonra Dörtyol'a doğru gittik. Ben telefonla bütün tanıdıklarımı arıyorum. Yeğenlerimi, kardeşlerimi, kurstaki arkadaşlarımı… 'Çıkın, ülke elden gidiyor.' diyorum. Sonra yürüdük, Atış alanına gidilecek.' dediler. Biz de atış alanına doğru gittik. Yolda arkadaşlarımız, komşumuz falan vardı. Bir komşum bana, 'Niye bu kadar hızlı gidiyorsun?' dedi. Ben de ona, 'Ben şehit olmaya gidiyorum' dedim."

"Ölmek var dönmek yok"

Havaalanına gidileceği söylenince oraya doğru yürüklerini dile getiren Şefkatlioğlu, daha sonra eşiyle beraber tankın altında kaldıkları süreci anlattı:

 "Biz yürümeye başladık. Hatta eşim bana 'Sen eve git.' dedi. Ben de 'Ölmek var, dönmek yok.' dedim. Daha sonra Birlik Mahallesi'ne doğru yürüdük. Yol ikiye ayrılıyordu. Önce bu taraftan sonra da diğer taraftan, bariyerlerin olduğu taraftan gidelim dedik. Orada ipimiz kopmuş bizim. Orada olacak olay. Rabbim bizi o tarafa gönderdi, bariyerlerin altından çıktık.  Yaklaşık 15-20 dakika yürüdük, daha sonra 'Ateş ediyor.' dediler. Eşim bana 'Üstten atla.' dedi. Ben de kilolu olduğum için 'Yok, sen üstten atla. Ben alttan geçerim.' dedim. Orası tankın gelebileceği bir yer değil. O kadar kalabalık ki insanlar akın akın geliyor. Her taraf kıpkırmızı bayraklar. Ne o taraftan gelecek araba var ne de bu taraftan. Tank gibi bir şey de gözükmüyordu. Ben baktığımda her tarafta dümdüz bir kırmızılık vardı sadece. Eşim bariyerlerin üstünden bacağını attı, ben de alttan elimi koyduğum gibi tank üstümüzden geçti."

"Eşimin cenazesini görememek çok zoruma gidiyor"

Eşinin son anlarını ve cenazesini göremediğini dile getiren Şefkatlioğlu, "Eşimin öldüğünü öğrendim ama ona dair hiçbir şey göremedim. Bir ay önce de eşimin mezarına gittim. Yeri çok güzel bir yer olduğu için eşimin ölmesi beni çok üzmüyor. Ama öldüğünde hiçbir şeyini göremiyorsunuz ya, cenazesini falan, bu çok zor geliyor insana." ifadelerini kullandı.

Devrim Nazlıca

Ankara Sincan'da ikamet eden Diyarbakırlı Fizyoterapist Devrim Nazlıca, İLKHA muhabirlerine, gazi olduğu o geceyi anlattı.

Darbe gecesinde Kızılay'da olduğunu, ardından TBMM'ye geçerek oradan da Genelkurmay Başkanlığı önüne gittiğini kaydeden Nazlıca, burada göğsüne aldığı kurşunla yaralandığını söyledi.

"Kızılay Meydanı'na ilk vardığında birkaç tank ile askeri araç vardı." diyen Nazlıca, kısa süre içinde akın akın insanların meydana geldiğini söyleyerek şunları ifade etti:

"İnsanlar büyük bir cesaret örneği göstererek tankların önünde durdu. Tankların önünde durunca hayatımda hissetmediğim duygular yaşadım. Tankın üzerine çıkanlara darbeci asker ateş açıyordu. İnsanlar konuşmaya çalışıyordu, ama darbeci askerler çok hırçın davranıyordu. Kimisinin üzerine tankı sürdüler, kimisinin üzerine ateş açtılar. Bir tane taksiyi gözümüzün önünde ezince şoke girdik. Ama bizim cesaretimizi artıran onların o hırçınlığıydı. Tankları üzerimize sürmeleri, bize ateş etmeleri cesaretimizi artırdı. Saat 23.00 olunca insanların yoğun baskısı etkili oldu ve tanklar Meşrutiyet Caddesi'nden Meclis'e doğru yoğun ateş açarak gitmeye başladı. Bunun üzerine bizlerde tekbir çekerek Meclis'e doğru yürümeye başladık." dedi.

"İnsanları gözümüzün önünde tanklarla ezdiler"

Meclis'ten sonra yoğun silah seslerinin geldiği Genelkurmay'ın önüne geçtiklerini kaydeden Nazlıca, sözlerine şöyle devam etti:

"Genelkurmay'ın önüne geldiğimizde vahşet bir tablo ile karşılaştık. İnsanları gözümüzün önünde tanklarla ezdiler. Bir sürü şehid ve yaralı vardı. Yerler kan gölüne dönmüştü. Bir baba ve oğul yerde yatmışlardı, çaresiz bekliyorlardı. Sürekli insanların üzerine ateş açılıyordu. Uçaklar alçak uçuş yapıyor, helikopterden ateş açılıyordu. Tüm bunlara rağmen oradaki insanlara sanki ayrı ayrı görev verilmişti. Kimisi Kur'an okuyordu, kimisi ön saflarda kimisi arka saflarda bir şeyler yapıyordu. Organize bir şekilde değildi ama herkes bir şeyler yapıyordu, elinden geldiği kadarıyla. Ben de özellikle yaralılara yardım etmeye çalışıyordum. Zeminden altgeçide düşen birkaç kişiye yardım ediyordum, onları arabalara taşıyıp hastaneye gönderiyordum. Genelkurmay'ın kapısını yoğun bir şekilde salladıklarını ve içerdeki küçük kulübeden bir askerin kameraya aldığını sonra gördüm. Bir video kameraya bizi çektiğini görünce ben de muhtemelen yarın sabah burada kim var kim yok hepsini toplayacaklar diye düşündüm ve bir saf arkaya gittim. Orada insanlar kapıyı zorluyordu, kapı yıkılır yıkılmaz üzerimize ateş açmaya başladılar ve orada göğsümden vuruldum."

"Meclis'e atılan bombayı gördüğümde dehşete kapıldım"

Kurşunun direk göğsüne isabet etmediğini belirten Nazlıca, "Eğer direk isabet etseydi göğsüm parçalanırdı." diyerek o anları anlatmaya devam etti:

"Ateş açıldığında seken bir parça göğsüme değip kasığıma saplanmış. Tabi ben şoka girdim, kısa bir süre sonra üzerimi çıkardım ve oraya tampon yaptım. Sağlıkçı olmamız hasebiyle kendime müdahale ettim. Daha sonra hastaneye gitmek için bir araç arama telaşına düştüm. O esnada Genelkurmay'dan iki helikopter kalktı, onlardan biri Hulusi Akar'ı Akıncı Üssü'ne kaçırdıkları helikopterdi. Helikopterler kalktıktan birkaç saniye sonra Meclis'i bombaladılar. Çok acayip bir patlamaydı, ben dehşete kapıldım. Kendimi bir taksiye attım ve Hacettepe'ye gittim. Benden sonra o bombanın etkisiyle bir sürü ağır yaralanan insanlar getirildi. Çok kötü bir manzara vardı, Allah bir daha o günleri yaşatmasın." dedi.

15 Temmuz Derneği Genel Başkanı Abdurrahman Tarık Şebik

15 Temmuz gecesinin önemli tanıklarından biri de hiç şüphesiz 5 Temmuz Derneği Genel Başkanı Abdurrahman Tarık Şebik'ti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanları, 15 Temmuz’da şehit olan Erol Olçok’un kardeşi Cevat Olçok ve birçok üst düzey kişinin kuruculuğunu yaptığı 15 Temmuz Derneği Genel Başkanı Abdurrahman Tarık Şebik, o geceyi İlke Haber Ajansı’na (İLKHA) anlattı.

Darbe girişiminin başladığı saatlerde Üsküdar’da olduğunu belirten Şebik, kanlı geceye dair şunları dile getirdi:

"Sonra dedik ki Boğaziçi Köprüsü'ne gidelim. Saat 23.00’ten sonra oraya doğru yürümeye başladık. Millet telefonlardan Cumhurbaşkanının çağrısını izliyor. O saatle çağrının yapıldığı saat arasında çok fark var meydanlarda. Biz Kısıklı’dan köprüye doğru yürüyoruz. Bir defa şunu gördüm; askerin yüzünde bir bakış var. Yani sizin elinize silah veriyorlar. Ve siz bunu millete karşı sıkabiliyorsunuz. Şimdi bu hangi sapık zihnin ürünü. Orada tanklar aşağı doğru arabaları parçalayarak gidiyor. Hatta belli bir zaman sonra bir askeri otobüs gitmeye başladı. Artık orada asker yetersiz miydi bilmiyorum. Önündekine bakmadan nasıl gidiyor, yani kendini kenara atan otobüsten yırtmış oluyor. Otobüsü durdurduk, askerlerin silahları alındı, çekilen çekildi. O anda böyle bir hengâme anı vardı orada."

"Burada millete sıkılan bir kurşun var"

Şebik, "Ondan sonra biz saat 04.00'e kadar köprüdeydik. Orada ben neyi gördüm; köylüsünden işçisine, patronundan çalışanına, dini, siyasi, parti, mezhep gözetmeksizin herkes orada. Benim normalde bir araya gelmeyeceğim, sosyal ortamı paylaşmayacağım insanlar orada. Kol kola yürüyoruz. Bu haykırışa, bu kahpece isyana, hepimiz isyan ediyoruz. Şimdi burası önemli bir manzara. Burada millete sıkılan bir kurşun var, milletin göğsüne yöneltilmiş tankın namlusu var. Tüm millet burada siper durmuş, göğsünü açmış, buyur demiş." ifadelerini kullandı.

"Türkiye bu hain bir darbe girişimini asla unutmayacak"

"Türkiye o gün asker kıyafeti giymiş ve içeri girmiş hainlerin yapmaya çalıştığı darbe girişimini asla unutmayacak." diyen Şebik, "Çünkü bir darbe düşünün ki sivillerin üzerine ateş ediliyor.  15 Temmuz’a bakıyorsunuz ne yakından ne uzaktan hiçbir şekilde yerli bir durum değil. Tek söylenecek bu. Ben Kenan Evren güzellemesi yapacak değilim ama bakıyorsunuz 1980 darbesine profesörler oturuyor kanunlar yazıyor, parlamento kuruluyor senatolar kuruluyor. Yine dışarının aklı olsa da yerli unsurlar vicdanını kaybetmemiş. Orayı güzelleme yapmak istemiyorum. Ama buraya bakıyorsunuz. Siz her şeyinizle satılmış bir beden ve zihin olarak görevinizi yerine getiriyorsunuz." ifadelerini kullandı.

HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Erdal Elibüyük

15 Temmuz darbe girişiminde Atatürk Havalimanına giderek tankın üstüne çıkan ve halkı organize ederek darbeci askerleri tanktan çıkaranlardan biri olan HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Erdal Elibüyük, o gece yaşananları anlattı.

Elibüyük, sözlerine 15 Temmuz’da şehid olanlara Allah’tan rahmet dileyerek başladı.

O gece belki birçok darbeyi, ihtilali gören yaşı büyük olanlar için çok büyük bir şok olmadığını belirten Elibüyük, "Biz yaşımız itibariyle post-modern darbe, e-muhtıra dediğimiz benzeri girişimleri gördük. Ama ilk defa askeri bir darbenin nasıl olduğuna şahitlik etmiş olduk. Okuduklarımızın ötesinde yaşayarak bunu gördük." dedi.

"İvedi bir şekilde bütün teşkilatlarımıza havaalanlarına meydanlara gitme talimatı verdik"

Allah-u Teâlâ'nın o gece gibi bir geceyi daha halka yaşatmamasını temenni eden Elibüyük, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Zor ve uzun bir geceydi. Ben o gece akşam sanırım 22.00 sıralarında evdeydim. Çalışma odamdaydım. Eşimin televizyondan darbe olmuş şeklindeki ikazıyla hemen ekranın başına geçtik ve olayı anlamaya çalışıyorduk. Çünkü darbe nasıl olur görmedik, anlamaya çalıştık. Ekranda gördüğümüz Boğaziçi Köprüsü'ndeki askerler ve oradaki kargaşaydı. Daha sonra sosyal medyaya baktık. Hakikaten bir şeylerin tuhaf gittiğini, yolunda gitmediğini gördük, anlamaya çalıştık. Tabi bu arada genel başkanımızla, genel merkezimizle temas kurmaya çalıştık. Çünkü darbe Ankara ve İstanbul merkezliydi. Diğer bazı illerde de hareketlenmeler olduğu söyleniyordu ama özellikle İstanbul ve Ankara merkezliydi. Biz hakikaten meseleyi anlamaya, hem de genel merkezi bilgilendirmeye ve genel başkanımızın 'nasıl hareket edelim' talimatıyla harekete geçmeye çalıştık. O arada birçok kişi bizi telefonla arayıp nasıl hareket etmemiz gerektiğini soruyor; parti üyelerimiz, il-ilçe başkanlarımız. Bunu anlamak çok uzun sürmedi. Anladık ki bir darbe gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Biz de genel başkanımızın talimatıyla bütün teşkilatlarımıza hemen ivedi bir şekilde mesaj yoluyla sosyal medya üzerinden ve bazı televizyonlara bağlanarak hem parti üye ve gönüllülerimize hem de vatandaşlarımıza sokağa çıkma çağrılarımızı yaptık. Nereye gidelim diyenlere de insanların akın akın gittikleri yerlere; meydanlara, havaalanlarına gidin dedik. Çünkü o gece vatandaş kimseden talimat almadan sokağa çıkmıştı zaten. Benim evimle havaalanın mesafesi yaklaşık 8-10 kilometrelik bir mesafe, yani havaalanına 5- 10 dakikalık bir mesafede oturuyorum.  Evimizden havaalanına kadar trafik kilitlenmişti.  İnsanlar arabalarını park etmiş, yürüyerek gidiyorlardı. Biz de hemen ivedi bir şekilde bütün teşkilatlarımıza havaalanlarına, meydanlara gitme talimatı verdik.

"Tankı hareket ettiremez hale getirdikten sonra tankın üstüne çıktık"

Kalabalık kitleyi organize ettiklerini belirten Elibüyük, "Biz bu grubu organize ettik. Tankın önünde durarak tankı hareket ettiremez hale getirdik. Daha sonra tankın üstüne çıktık. Tankın hareket etmemesini sağlamak için tankın içindeki askerleri indirmeye çalıştık. Tabi inmiyorlardı, kendi alanları kapalıydı. Yaklaşık 1,5 saat orada tankı bırakmama mücadelesi verdik. Zaman zaman tank tekrar hareket ediyordu. Bir zaman sonra askerler çıktı ve teslim oldular." şeklinde konuştu.

Elibüyük, daha sonra bütün parti üye ve gönüllülerine meydanlara abdestli çıkın talimatı verdiklerini dile getirerek, "O gece bütün arkadaşlarımıza şunu söyledik. Dedik ki herkes abdestini alsın, meydanlara çıksın. Çünkü ölüm haberleri geliyordu, şehid haberleri geliyordu. Biz bütün arkadaşlarımıza 'abdestinizi alın, şehid olacaksınız inşallah. Meydanlarda abdestli bir şekilde hayatlarımızı feda edelim' diyorduk. O gecenin ilk adımı buydu." dedi.

"Darbenin ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetmiş siyasi bir yapıyız"

"Daha sonra biz Haliç Köprüsü'nü geçtiğimizde yani Mecidiyeköy istikametinde askeri jiplerin olduğunu gördük." diyerek sözlerine devam eden Elibüyük, şunları ifade etti:

"Polislerde tedirginlik ve çekingenlik vardı. Yine siviller o jipleri durdurdu. Biz de aracımızdan indik. Bazı rütbesiz genç askerlerin, Anadolu'dan gelmiş askerlerin yüzünde müthiş bir korku gördüm, tedirginlik gördüm. Ne olduğunu onlar da anlamaya çalışıyordu. Ama başlarındaki rütbeliler işin farkındaydı. Biz de orada yine müdahale ettik.  Polislerden gözaltı yapmalarını istedik ama polisler gözaltı yapıp askerlerin silahlarını almakta çekingen davranıyorlardı. Daha sonra birçok milletvekili ve yerel yetkililerle de görüştük. Bu darbe girişiminin sadece AK Parti'ye veya iktidara yönelik olmadığını, bu darbe girişiminin millete olduğunu, hepimize olduğunu söyledik. Biz meseleye hep başından beri böyle baktık. O yüzden bütün teşkilatlarımıza o gece ve ondan sonraki geceler de elimizden ne geliyorsa yaptık ve meydanda olduk. Çünkü bu endişeyle sahiptik. Biz darbenin ne demek olduğunu iliklerine kadar yıllar boyunca bu ülkede hissetmiş siyasi bir yapıyız."

AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk

15 Temmuz gecesi sokaklarda olan siyasilerden AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, 15 Temmuz'un ikinci Çanakkale olduğunu belirterek, "Ruhu itibariyle, aklı itibariyle Türkiye’ye çekilmek istenen operasyonun aziz milletimiz tarafından boşa düşürülmesidir.  İki taraf var. Bir, Türkiye’yi sömürgeleştirmek isteyenler. İki Türkiye bizimdir diyerek milli bağımsızlığını sahiplenenler." dedi.

Külünk, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

"15 Temmuz’un Çanakkale’den ayrılan yönü Çanakkale’de üniformalıları görüyorduk. O üniformalar bize ait değildi. Yani İngilizleri görüyorduk, Fransızları görüyorduk. İngiliz aklının şekillendirdiği nasıl bir İslam dünyası tahayyül ettiğini ve bu tahayyül ettiği İslam dünyası için orduları cepheye nasıl sürdüğünü görüyorduk. 15 Temmuz’un farkı ne, garip bizim üniformalarımız. Alın terimizle alınmış tanklar, alın terimizle alınmış uçaklar, alın terimizle alınmış helikopterler, alın terimizle alınmış cep telefonlarımız bu ülkeye, İslam'a ve Müslümanlara ihanet etmek için kullanıldı."

Emperyalizmin savaş marifetiyle Anadolu topraklarını zapt etmelerinin mümkün olmadığını söyleyen Külünk,  "Çünkü 100 yıl önce emperyalizm Çanakkale’de yenildikten sonra bir şeyi gördü, savaş marifetiyle Anadolu topraklarını zapt etmeleri mümkün değildi. O zaman devşirme metodu. Siyasetten, iş hayatından, sivil bürokrasi, askeri bürokrasi, yargı bürokrasisinden kültür emperyalizmi marifetiyle insan devşirerek içerden teslim almayı hedeflediler. Ve maalesef kısmen de başarılı oldular. 15 Temmuz’da millet ayağa kalktı, egemenliğine ve devletine sahip çıktı. O gece ben zaten sokaktaydım, çok şükür 45 yıldır sokaktan hiç içeri girmedik, niyetimiz de yok. Çünkü sokak bizim nefes aldığımız yerdir. Sokakta insanların gözünün içine bakarsanız o baktığınız gözler size doğruyu söyler." ifadelerini kullandı.

"Biz küresel bir adalet düzeni inşa edinceye kadar 15 Temmuzlar bitmeyecek"

15 Temmuz’un bitmediğini aktaran Külünk, "Bitti mi 15 Temmuz? Hayır bitmedi. Bitecek mi? Bitmeyecek! Ne zamana kadar? Ne zamanki biz küresel bir adalet düzeni inşa edinceye kadar. Yani Afrika’da insanlar kendi yer altı ve yer üstü kaynaklarının kendileri için zenginliğe dönüştürüldüğü güne kadar.  Ortadoğu’daki kaynakların Milano’da, Paris’te, Hawaii adalarında, Kanarya adalarında harcanmayıp Ortadoğu'daki mazlum halklar için eşitliğe, adalete, refaha döndürüldüğü güne kadar bu mücadele devam edecek ve 15 Temmuzlar bitmeyecek." dedi.

"O anlarda ölümü avucumun içinde tutuyordum"

Cumhurbaşkanın önünde durarak onu korumaya çalıştığını söyleyen Külünk, "O anlar ölümü avucumun içinde tutuyordum. Sayın Cumhurbaşkanımızın önünde dururken de ölümün bende kalmasını istiyordum. Çünkü bizim ölümümüzde bir şey olmazdı ama ona bir şey olursa ümmetin kaderi, yani Kudüs’teki çocuklar, Gazze’deki çocukların, Srebrenitsa’daki o acıyı yaşamış Bosna’da her sabah kalktıklarında çatışma başladı mı sorusunun cevabını arayan Boşnak Müslümanları ciddi acı çekecekti. Onun için kendimi en bahtiyarlardan biri olarak görüyorum. O gece biz de sığınakta olabilirdik, kaçabilirdik, perdelerimizi kapatıp kimse bize ulaşamasın da diyebilirdik. Ama Allah bizi aldı getirdi il binasına, oradan da havaalanına. Bundan daha büyük bir lütuf olmaz." diye belirtti.

Şerife Boz

Darbe girişimin yaşandığı gece kullandığı kamyona çocuklarını, torunlarını ve mahalleden onlarca kişiyi alıp meydanlara taşıyan 4 çocuk annesi Şerife Boz (51), o gecenin simge isimlerinden oldu.

15 Temmuz akşamı haberleri izlerken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çağrısı üzerine eşi, çocukları ve torunlarını alarak tekbir ve salavatlar eşliğinde evden çıktığını belirten Şerife Boz, sabahın ilk ışıklarına kadar Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nde darbe girişimine karşı meydanlarda bekledi. Boz, sabah namazını evde kıldıktan sonra eşinin kamyonunu alarak çocuklarını, torunlarını ve mahalleden onlarca kişiyi alarak Taksim Meydanı'na götürdü.

Boz, "O gece hiç uyumadık. O gecenin sabahında eve gelip namaz kıldık. Eşime 'kamyon ile çıkalım' dedim. 'Tamam' dedi, sonra eşim başka yere gitti. Bende çocuklarımı, torunlarımı alarak 'Ya Allah, bismillah' diyerek iman gücüyle taksime gittik. Darbe girişimi, İslam'a ve Müslümanlara yapıldı. Rabbim bir daha da onlara fırsat vermesin. Benim 4 çocuğum, 2 de torunum var. Evim ara sokaktaydı, ana caddeye çıkana kadar herkes kamyona bindi. Taksim'e gidene kadar çok kalabalık oldu." dedi.

Şehid ailelerine üzülmemelerini söyleyen Şerife Boz, son olarak şunları ifade etti: "Şehitlik mertebesi en yüksek mertebedir. Ne mutlu onlara ki şehadet şerbetini içmişler. Bizler de meydanlardaydık, fakat Rabbim bizlere nasip etmedi. Şehit aileleri hiç üzülmesinler. Rabbim onlara çok güzel bir şehitlik nasip etti. Herkese nasip etmiyor. Hepimiz bir gün öleceğiz, Rabbim hayırlı ölümler nasip etesin."

Metin Doğan

15 Temmuz gecesi yaşadıklarını anlatan ve aslen Kayserili olan 41 yaşındaki Metin Doğan, hem İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi 4'üncü sınıf öğrencisi hem de matematik öğretmenliği yapıyor.

Hayatı ve yaşamayı çok sevdiğini söyleyen Doğan, o gece her şeyden vazgeçtiğini ifade ederek, "Benim Facebook, mail gibi adreslerim yoktu, çünkü herkesi esir almış, beni de esir alabileceğini, zaaf oluşturabileceğini düşünüyordum. Kendimi tamamen yaşamaya odaklamıştım. Günde 3 saat uyku uyuyorum, hiç televizyon izlemiyorum. Hayatı ve yaşamayı bu kadar severken uğruna bir saniye bile düşünmeden canımı vereceğim bir vatanım olduğu için Allah'a şükür ediyorum." diye konuştu.

Atatürk Havalimanına giderken soluk soluğa geçirdiği anları aktaran Doğan, şöyle konuştu:

"Döndüm baktım kim var kim yok gibisinden. 20, 30 tane polis, 40, 50 tane de vatandaş vardı. Vatandaşlar, buranın girişini çıkışını kapattıkları için mahsur kalmışlardı. Evde planımı yapıp gelmiştim. Benim yaptığım sporu yapan kişiler ölmeden önce birilerine zarar verirler. Ben onlara zarar vermeyi düşünmedim. Kendimi ilk eylemci olarak gördüğüm için ben tankın altına yatmayıp, tankın üzerine çıkarsam canlı yayında askere saldırı yapılıyor diye görülebilirdi. Allah bana hesapların en güzelini yaptırdı. Hiç eylemci yokken askerler havaya 8-10 el ateş açmaya başladıkları an tüm gücümle üzerlerine koşmaya başladım. O an ağzımdan 'Ben Türk askeriyim, siz kimin askerisiniz?' diye bağırmaya başladım. Tankın önüne geldiğimde iki elimi kaldırdım, tank durdu. Tankın üzerinde 3 kişi var. Birkaç saniye birbirlerine baktılar. Sonra bağırmaya başladılar 'çekil oradan yoksa ateş edeceğiz' diye. Uçaksavarları askerde görmüştüm, tankın üzerine uçaksavar da koymuşlardı. Onu görünce heyecanlandım. Ha onunla vurulmuşum, ha paletin altına ezilmişim. Tank hareket etmeye başlayınca paletin altına yatmaya başladım. Hep kelimeyi şehadet getiriyordum. Kendimi ayarlıyordum, ölecektim zaten, nasıl daha hızlı ölürüm diye ayarladım. Tam geldi, bir anda frene bastı ve durdu. Baktım hareket etmeyecek tişörtümü çıkarttım üzerlerine atacakmış gibi yaptım. O sıra buradaki vatandaşlarda bana 'yapma, yapma' diye bağırıyorlardı. Askere hiç kimse 'sen ne yapıyorsun' diyemiyordu. Benim amacım insanları cesaretlendirmekti. 10 dakika boyunca tek başıma mücadele ettim. Tank ikinci defa hareket edince sol paletin altına yattım. Bu defa kesin öldüm dedim. Onu kullanan asker sadece yattığımı biliyordu, ezip ezmediğini bilmiyordu. Frene bastığında tank beşik gibi sallanırken paletler omuzuma, kulağıma değiyordu. Kalktım yine bağıracakken baktım 10-12 kişi tankın etrafını sarmıştı. Kenara çekildim, baktım sayıları 40-50 oldu. Bir buçuk saat sonra da Cumhurbaşkanımızın çağrıda bulundu. O çağrıyı sonradan dinledim, emir değildi, bir ricaydı. Ve sonra buraya 2 milyon insan yollar kapalı olmasına rağmen koşarak geldiler. Bazı kesimler buna 'oyun' diyor ya bir rica karşılığında 2 milyon insan ölüme koşarak gelebileceğini idrak edecek, anlayacak bir beyinlere sahip olmadıklarından dolayı buna 'oyun' diyorlar."

15 Temmuz gecesi şehid olanlara Allah'tan rahmet dileyen Doğan, şehid ailelerinin üzülüp ağlamalarını istemediğini, şehitlerin cennette en güzel yerde olduklarını söyledi.

Gürsel-Miyase Kaymakçı

15 Temmuz ABD destekli darbe girişiminde Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde darbecilere karşı direnirken katledilen şehid Alper Kaymakçı’nın ailesi İLKHA’ya konuştu.

Kaymakçı ailesi, oğullarının ahlakı ile çevresindekilere örnek bir şahsiyet olduğunu ve sürekli şehadeti istediğini belirttiler.

Oğlunun şehadet haberini şehir dışındayken aldığını söyleyen TIR şoförü baba Gürsel Kaymakçı, oğlunun darbe gecesi arkadaşlarıyla birlikte Cumhurbaşkanlığı Külliyesine gittiğini ifade etti.

Oğlunun darbe girişimi gecesi kendisini de aradığını dile getiren Kaymakçı, şunları ifade etti: “15 Temmuz hain darbe girişiminde ben yoldaydım. TIR’la Hakkâri’ye gitmiştim. Namaz kılmak için gittim abdest aldım, geldim ki oğlum beni 6 sefer aramış. Onu aradım ‘Hayrola ne oldu diye’ sordum, o da bana ‘Darbe oluyor kendine dikkat et’ dedi. Ben de ‘Oğlum sen kendine dikkat et’ dedim. Beni aradığında saat 23.00 gibiydi. Kamyoncu arkadaşlarım lokantada yemek yiyordu, televizyondan darbe olduğunu öğrendim.  Cumhurbaşkanının halkı sokağa davet etmesi üzere damadım ve damadımın ikizi, oğlumu çağırıyorlar. Oğlum evin ışığını kapatmadan çıkıp gidiyor. Cumhurbaşkanlığı Külliyesine gidiyorlar, orada darbeye karşı mücadele ediyorlar. Sabah namazını külliyenin camisinde kılıyorlar. Son atılan bomba ile de şehid düşüyor. Ben bunlar yaşanırken yoldaydım, o gece üzerimde bir baskı vardı. Okunan salalar ile tüylerim diken diken olmuştu. Sabah bacanağım beni arayarak oğlumdan haber alamadıklarını ve ayağından yaralandığını söylediler. Onların oğlumun şehadetinden haberi vardı ama ben o zaman onun şehit olduğunu tahmin ettim.” dedi.

Miyase Kaymakçı

Şehid Alper'in 14 yaşında namaz kılmaya başladığını ifade eden Anne Miyase Kaymakçı ise oğlunun Allah yolunda şehid olduğunu belirtti.

Anne Kaymakçı, “Onu anlatmak kolay değil. Oğlum iyi bir evlattı. Oğlum 30 yaşına geldi, beni hiçbir şekilde kırmadı ve ondan rahatsız olmadım. 14 yaşında namaza başladı ve Allah yolunda şehit oldu. O gece bana telefon etti ve darbenin olduğunu söyledi. Ben ne olduğunu anlamadım. Çünkü darbe falan görmemiştim. Darbe olduğu dönemde ben çocuktum. Bize onun önce kayıp olduğunu söylediler, ardından şehid olduğunu öğrendim. Oğlumun halen şehadetine inanamıyorum, onu kaybettiğimi düşünüyorum. Çünkü onun cenazesini görmedim. Allah ondan ayrılmam dolayısıyla bana sabır veriyor. O sürekli şehadeti istiyordu ve Allah ona şehadeti nasip etti. Bir tarafımız eksik, canımızdan bir parça koptuğu için, ama bir tarafımızda sevinç dolu, şehid olduğu için.” şeklinde konuştu.

Münevver Diril

15 Temmuz ABD destekli darbe girişiminin üzerinden üç yıl geçti. O gece çocuklarının sadece Allah için sokağa çıktığını ve bu uğurda şehid olduğunu vurgulayan Şirin Diril'in ailesi, 15 Temmuz'u unutmayacaklarını belirttiler.

Henüz 2 yaşında iken ailesi ile birlikte yaklaşık 30 yıl önce Batman’dan Gaziantep'e göç eden Şirin Diril, ailesinin geçimine katkı sağlamak için ortaokulu bitirdikten sonra askerliğinin ardından, ilk olarak İzmir'e ardından da İstanbul'a gitti. İstanbul'da yaklaşık 2 yıl bir lokantada çalışan Diril, daha sonra ise bir servis aracı alarak servisçilik yapmaya başladı.

15 Temmuz gecesi mesaisi sona eren Diril, eve dönerken darbe girişimi yaşandığını öğrendi. Diril, ezan ve sela seslerini duyar duymaz abdestini aldıktan sonra aracına binerek sokağa çıktı ve darbeci askerlere karşı direnirken 15 kurşun ile aracının içerisinde vurularak şehid edildi.

15 Temmuz ABD destekli FETÖ darbe girişiminin yaşandığı gece, sokaklara çıkıp direnlerden ve bu uğurda canlarını feda edenlerden biri olan 30 yaşındaki Şirin Diril'in ailesi, o gün yaşadıklarını İLKHA'ya anlattı.

Şirin Diril'in hüzünlü annesi Münevver Diril, kimsenin oğlunu zorla sokağa çıkarmadığını, kendi rızası ile Allah için sokağa çıktığını ve bu uğurda da şehid olduğunu söyledi.

Oğlu şehit olduğunda yüzünün çok güzel olduğunu, pırıl pırıl parladığını belirten Diril, "FETÖ'de diğer terör örgütleri de hepsi birdir. Benim oğlum şehit oldu. Ama bir benim oğlum gitmedi ve benim çok oğlum şehit oldu. Yine de Allah'a hamdolsun. Biz Müslümanız, Hz Muhammed'in dinindeyiz. Biz ne FETÖ'cüyüz ne de diğer terör örgütlerindeyiz. Allah kimseyi doğru yoldan ayırmasın. Oğlum şehid olduğunda yüzünü bana göstermediler. Her halde yüzü yaralıdır diye göstermiyorlar sandım. Sonra baktım ki oğlumun yüzü çok güzeldi ve pırıl pırıl parlıyordu." diye konuştu.

Şerif Diril

Kardeşi Şirin'in kendi halinde bir genç olduğunu ifade eden Şerif Diril, "Darbe gecesi Telekom binasının ele geçirildiğini öğrenince tek başına direk oraya gitmiş. Darbeciler binaya girmesinler diye arabası ile panzerin önünü kapatmış. Zaten binadan kendisine ateş açılmış. Arabasının içerisinde vefat etmiş. Biz de ertesi sabah şehid olduğunu öğrendik." dedi.

"Tabi ki candan can gidiyor, kardeş ciğerdir. Kardeş demek can demektir." diyen Diril, "Bizim için çok büyük bir acı oldu. Allah kimseye bu acıyı yaşatmasın. Millet Allah'ın izniyle sokağa çıkarak onlara fırsat vermedi. Sokağı boş bırakmadılar. Şehit verildi. Ama çok şükür ülkede elden gitmedi. Kardeşimiz de Allah için sokağa çıktı. Bütün millet zaten Allah için sokağa çıktı. Allah için çıkmayanlar zaten o gece evdeydiler. O gece sokağa çıkan bütün kardeşlerimiz Kur'an- Kerim ve bu ülke elden gitmesin diye çıktı. FETÖ ile beraber bu darbeyi yaptılar. Bu darbenin içinde Amerika da İsrail de Almanya da var." şeklinde konuştu.

Ayşe Çapkın

İstanbul'da çalıştığı için bazen yanında kaldığı kız kardeşi Ayşe Çapkın da ağabeyinin her Müslüman gibi İslam'a çok düşkün olduğunu belirterek, kardeşinin şehid olacağı hafta çok mutlu olduğunu ve o hafta bir başka olduğunu söyledi.

Ezanlar, selalar okunduktan sonra kardeşinin yerinde duramadığını belirten Çapkın, "Darbe gecesi biz Şirin'i aradık. Eşim kendisine 'Şirin sen eve ulaştın mı?' dedi. Ulaştım, ama ben köprüyü geçer geçmez kapattılar. Bu hainler ne istiyor bilmiyorum.' Cumhurbaşkanımız daha konuşmamıştı. Ezanlar, selalar okunduktan sonra kardeşim yerinde duramadı, kendini feda etti." diye konuştu.

"O gece zaten hiç uyuyamadık. Kıyamet gibi bir geceydi." diyen Ayşe Çapkın, "Çocuklar çok korktu. Sabah ağabeyim telefon açtı. Şirin'in yaralı olduğunu söyledi. Ben hemen ağladım. Eşim bana kızarak 'sen hep ağlıyorsun' dedi. 'Şirin'e bir şey oldu' dedim. Eşim hastaneye gitti. Sonra Şirin'in şehid olduğunu öğrendik. FETÖ gibileri hiçbir zaman amacına ulaşamayacaktır. Allah'a çok şükür ağabeyim şehid oldu. Bu bir sene içerisinde akrabalarımız ve çevremiz çocuklarının ismini hep Şirin koydular. Bunlar hiçbir zaman için asla İslam'ı yıkamayacaklar. Bir Şirin gider ama yerine binlerce Şirin gelir."

Halil İbrahim Sağlık

FETÖ darbe girişiminde yaralanan Halil İbrahim Sağlık (44), o gece yaşadıklarını anlattı.

Afyon'un Döğer kasabasında dünyaya gelen evli ve 2 çocuk babası Halil İbrahim Sağlık, 37 yıldır İstanbul'da çelik montaj işi yapıyordu. Pendik'te ikamet eden Sağlık, 15 Temmuz gecesi darbeci askerler tarafından açılan ateş sonucu bacağından vurularak gazi oldu.

Namazın nasıl farz olduğu inancı içerisindeyse aynı şekilde sokağa çıkmanın da farz olduğunu hissederek dışarı çıktığını belirten Sağlık, o kanlı gecede yaşanan süreci anlattı.

"Ben çıkıyorum gelen varsa gelsin…"

Arkadaşlarıyla birlikte Taksim'e gittiğini belirten Sağlık, orada bulunan anıtın önündeki askerlerle diyaloglarını, onları ikna çabalarını ve yüzlerindeki tedirginliği anlatarak, devam eden geceyi şu şekilde ifade etti:

"Askerlerine kadar ikna etmeye çalıştık. İkna olmuyorlar; erler de korkuyor, titriyor, esas duruşta duruyor. Biz de arkadaşlarımızla 'Bunların silahlarını ellerinden alacağız, başka çare yok.' dedik. O anda bir araba dolusu takviye kuvvet geldi. Onları püskürtmeye çalıştık, taşlarla kovaladık ve sonunda onları püskürttük. Anıtın önü kaldı. Anıtın önüne geçtik. Tekrar ikna etmeye çalıştık, ikna olacakları yoktu…"

Darbeci askerlerin ellerinden silahları almaya çalışırken 20 kişinin yaralandığını dile getiren Sağlık, "Silahı almaya çalışırken namlunun ucu aşağı indi. Silah da seride olduğu için bir anda ateş aldı ve 20 kişi yaralandı. Ben yaralandığımı hissetmedim o anda. Ayağımdan vurulmuştum, ama yaralandığımı hissetmedim. Döndüm, arkadaşlara baktım, iki adım attım, vurulduğumu o anda anladım. Hemen kaldırıma çöktüm. O anda benimle birlikte gelen arkadaşlarımı kaybettim. Silah sesini duyunca beni aradılar. 'İbrahim biz gidiyoruz, geliyor musun?' dediler. Ben de 'Ben vuruldum.' dedim. Daha sonra yanıma geldiler. Ben saat 01.00 gibi vuruldum, 01.30 gibi de hastaneye gittim. Saat 03.00-04.00 civarı da Taksim'i teslim almışlardı." ifadelerini kullandı.

Meşum 15 Temmuz gecesinde darbeciler tarafından şehid edilenlerin, eş ve çocuklarını kendilerine emanet olarak gördüğünü belirten Sağlık, "Şehitler bizlere dul eş, yetim evlat bıraktılar. Biz onları unutursak kanımız kurusun. İnşallah hiç unutmayacağız onları, her namaz kıldığımızda dualarımızda yer alıyorlar." diye belirtti.

Mustafa Zorova

15 Temmuz gecesi darbecilerin açtığı ateşle yaralanan 9 çocuk, 15 torun sahibi 72 yaşındaki Mustafa Zorova o geceyi İLKHA'ya anlattı.

Darbe gecesi Mürted (Akıncı'lar) 4. Ana Jet Üs Komutanlığı önüne gelen 9 çocuk, 15 torun sahibi Mustafa Zorova, o gece yaşadığı unutulmaz anları tekrar dile getirirken, darbeci askerlerin, bulundukları yerde 9 kişiyi şehid edip, onlarca kişiyi de yaraladığını söyledi.

15 Temmuz'da büyük bir direniş göstermelerinden dolayı Ankara'nın 'Kahraman' ismini alan Kazan ilçesinde ikamet eden Mustafa Zorova, ilçe belediyesinden yapılan çağrıyı duyduktan sonra buradan hareket ederek, Mürted (Akıncı'lar) 4. Ana Jet Üs Komutanlığı önüne geldi. Burada bir rütbeli darbeci tarafından açılan ateş sonucu bacağından yaralanan Zorova'nın o gece yaşadıkları ve ekranlardaki unutulmaz ifadeleri hafızalardaki yerini koruyor.

Zorova, bacağına isabet eden G3 mermisiyle gazi olduğunu belirterek, yaklaşık 20 ameliyat geçirmesine rağmen ayağının hâlâ iyileşmediğini, 15 Temmuz gibi bir kalkışma daha olursa tek bacağıyla yeniden sokaklara çıkacağını söyledi.

"Komutan! 'hepsini vurun' dedi"

Aynı anları yaşar gibi uzandığı yatağından o gece olup biteni anlatan Zorova, şunları söyledi:

"Sağ tarafta komutan vardı, hemen attığı gibi beni düşürdü. Ondan sonra bir o yana tarattı, bir de bu yana… Ses kesildi. Ben o sırada askere, 'Oğlum ben bu yaradan ölmem, belimdeki kayışı çıkarıp, bacağıma dolayıp kanı durdurursan ölmem.' dedim. O da bacağımı sıktı ve telefonu da cebime koydu. Bir de ona, 'Ambulans çağır hakkımı helal ediyorum.' dedim. O çağırana kadar ben arkadaşlardan yardım istedim. Ön sıradaki 9 kişinin hepsi ölmüş, sadece 2 kişi canlı kalmıştı. Orada beni attılar ambulansa, doğrudan Numune Hastanesine götürmüşler. Sağlık Bakanı buradaydı. Hemen beni ameliyata alırlarken, aklım sadece bunu algılıyor, 'Gaziyi kaybediyoruz, çabuk olun.' denildi. Başka bir şey hatırlamıyorum. Ameliyattan sonra gözümü açtığımda akşam olmuştu. Gözümü açar açmaz bizim belediye başkanını gördüm. Başkanın bileğinden tuttum, 'Başkanım Türkiye Cumhuriyeti gitti mi duruyor mu?' dedim. O da 'sizlerin sayesinde Türkiye Cumhuriyeti dimdik ayakta Mustafa amca.' dedi. 20 kez ameliyat oldum. Hâlâ da bacağımın sancısı devam ediyor. 3 tane kurşun yedim. 3 kurşun bacağımı parçalamış gitmiş."

1960 ve 1980 darbelerini de yaşayan 15 Temmuz kahramanlarından 70 yaşındaki Mustafa Zorova, darbe girişiminde rehin alma ve bombalama eylemlerinde merkez olarak kullanılan Akıncı Üssü'ne giderek darbecilere karşı direndi.

O gece halk Akıncı Üssü çevresine gelerek saman balyalarını ateşe verdi ve uçakların görüş mesafesini daralttı. Üs önünde toplanarak darbecilere karşı direnen halkın gittikçe kalabalıklaşması üzerine üste bulunan darbeciler yaylım ateşi açtılar. Bu olayda aralarında Mustafa Zorova'nın da bulunduğu 40 kişinin yaralandı, 5 kişi ise şehid oldu.

Sabri Ünal

15 Temmuz'da İstanbul'un Üsküdar ilçesinde tankların karşısına dikilerek darbe girişimine karşı duran Sabri Ünal (35), o gece yaşadıklarını anlattı.

Allah'ın rızasını kazanıp, şehid olabilmek için darbecilere karşı meydanlara çıktıklarını belirten Ünal, insanların üzerine ateş açan tanklara taşlarla karşılık vermeye çalıştıklarını söyledi. 15 Temmuz'un simgelerinden olan Ünal'ın, önüne yattığı bir tankın altında kalan kolu büyük çapta zarar gördü.

2,5 ay süren tedavisinin ardından taburcu olan Ünal, direnişin "demokrasi ve laiklik" gibi kavramlarla nitelendirilmesini eleştirerek, Allah için meydanlara çıkıp, canla başla mücadele ettiklerini ifade etti.

Otobüsle Kartal Köprüsü'ne geldiğinde bir grup askere "Benim olduğum ülkede darbe yapamazsın komutan!" diye bağırdığını söyleyen Ünal, "Onlara, darbe yapılmakta olduğunu ve bunun anayasal bir suç olduğunu, vatana ihanet içerisinde olduklarını söyledim. O sırada komutanları geldi, 'Biz burada darbe yapmıyoruz, Mustafa Kemal'in askerleriyiz, şuyuz, buyuz…' diye söyledi ve üstüme yürüdü. Tam yakınıma gelince kız kardeşimin bana verdiği biber gazını yüzüne sıktım. Bir süre sonra komutan tekrar geldi, ikinci defa biber gazını sıktım. Baktım yapacak bir şey yok. Gelen giden yok. Oradan ayrıldım. Otostop çekip Zeynep Kamil'e kadar geldim. Radyoyu açtım, o an Cumhurbaşkanının konuşmasına denk geldik. Darbeye karşı milleti sokaklara çağırınca insanlar ellerinde bayraklarla yavaş yavaş meydanlara inmeye başladılar." ifadelerini kullandı.

Yerden aldığı taşlarla tanklara karşılık vermeye çalıştığını dile getiren Ünal, bir süre sonra kendini siper ederek, tanka karşı koymaya çalıştığını söyledi.

"Tank sağ kolumun üstünden geçti"

Ünal, "Arkadaşlarımı yolda gördüm, durumu sordum. 'Köprüde yaralılar var, gitme.' dediler. Ben de gideceğimi söyledim. Elimde en azından bir şey olsun diye giderken yerden birkaç tane taş aldım. Tam giderken birisi 'Ateş ediyorlar, yere yat.' dedi. Sağıma soluma baktım, kimse ateş etmiyordu. Bir baktım tanklar geliyor. Onu görür görmez elimdeki taş ile tanka karşılık vermeye çalıştım. İkinci veya üçüncü taşı attığımda tank ile karşı karşıya kaldım. Sağa veya sola kaçmak gibi bir şansım yoktu. O an aklıma tankın altına yatmak geldi. Kurtulursak öyle kurtuluruz diye düşündüm ve yere yattım. İlk tank geldi ve üstümde durdu, 5 saniye sonra hareket etti. O geçtikten sonra ayağa kalktım. İkinci tank geliyordu. Elimi kaldırdım, onu durdurmaya çalıştım. Tankı kullanan, benim tankın altından çıktığımı gördü. Oradan ayrılmaya niyetim yoktu zaten. Durması için elimi kaldırdım. Durmayınca tankın paletleriyle karşı karşıya kaldım. Sola iki adım atıp, yere yattım. Tankı kullanan asker de manevra yapınca sağ kolumun üstünden geçti. Kolu ezmiş, dirseği kırmıştı." şeklinde konuştu.

Allah için meydanlara inip, darbecilere karşı direndiklerini vurgulayan Ünal, sözlerini şöyle tamamladı:

"Eminim ki birçok gazimiz de ya abdestini alıp ya da şehadetini getirip yola çıktı. İnanıyorum ki büyük çoğunluğu Allah rızası için sokaklara çıktı. 'Demokrasi şehidi' diye fazla bir şekilde demokrasi vurgusu yapılıyor. Bu bizi memnun etmiyor. Biz Allah rızası için yola çıktık. Önce bunun kabul edilmesi lazım. Biz 'laiklik' için değil Allah rızası için yola çıktık. Her müminin kalbinde vatan, bayrak sevgisi sembolik olarak bulunur. Biz, bunun taçlandırılmış haline şehadet diyoruz. Biz şehadet için yola çıktık, Allah bize gaziliği nasip etti. Arap şehidimiz, gazimiz var. Bunların Türklük için yola çıktıkları söylenebilir mi? Söylenemez. Başta Allah rızası için sokaklara çıktığımızı kabul etsinler. Onun yanına bayrağın, yıldızın altına demokrasi denebilir, çünkü ülkemizde işleyen sistemin adı demokrasi, bunun adı cumhuriyet. Sonuçta bizim sokaklara çıkmamız bunu koruyor."

Aslen Giresunlu olan ortaokul ve liseyi imam hatipte okuduktan sonra 2002 yılında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazandı ve bu bölümden mezun oldu. Hobi olarak bilgisayar programcılığı yapıyor. Kanlı 15 Temmuz gecesinde Üsküdar'da art arda gelen 2 tankın altına bedenini uzatarak gündeme gelmişti.

Metin Kolca

15 Temmuz gecesi tankın otomobilini ezdiği sırada ölümün kıyısından dönen Gazi Metin Kolca, o gece yaşadıklarını anlattı.

Darbe girişimini öğrendiğinde Nevşehir'den Ankara'ya gelen Kolca, o gece ayağından vurulup, tankın lüks otomobilinin üzerinden geçtiği sırada Sıhhiye köprüsüne düştü. Köprüden düşmesi sonucu elinde de kırıklar oluşan Kolca, darbecilere karşı verdiği mücadeleden dolayı kendisiyle gurur duyduğunu belirtti.

Genelkurmay Başkanlığına doğru gittiğinde helikopterlerin Milli İstihbarat Teşkilatını (MİT) vurmaya başladığını anlatan Kolca, sözlerine şöyle devam etti:

"Helikopter MİT'e ateş etmeye başlayınca biz de 500-600 kişi Genelkurmayın önündeydik. Genelkurmayın içine giriş yapmaya çalışırken askerler halkın üzerine ateş ettiler. Vurulan, ayağı kopan ve kafasına mermi isabet edenler vardı. Ne yapacağımı bilemedim, artık yaralıları hastanelere götürmeye çalıştım. O gece çok ayrı bir gecedir, insanların gözümüzün içerisine bakarak ölmesi, senden yardım istemesi çok acı bir şeydi. Oraya yakın bir hastane vardı, 3-4 yaralıyı oraya götürdük. Sonra tekrar döndük, bu sefer askerler yaralıları almamamız için bize ateş ettiler. Yerde yaralılar vardı,  ambulans ve polislerin gelmesine askerler izin vermiyorlardı. Adam yerde, 80 kilo ve yaralı, tek başına vatandaş olarak bir şey yapamıyorsun, kaldırıyorum kalkmıyor. Birkaç kişiye yardım ettim, yarasına tampon yaptım ve kalp masajı yaptım, orada hayatını kaybedenler oldu. Ardından darbeciler uçak ile dönüş yaptılar, sonra helikopterle geldiler. Bunun üzerine 500-600 kişi MİT'in ve Genelkurmayın önündeydik, bir anda helikopter halkın üzerine ateş etti. O geceyi anlatamıyorum, çok şey oldu. Orada tesettürlü bir bayan vardı, vurulmuştu. Genelkurmayın demirlerinin önüne düşmüştü. Hemen yanına giderek atletim ile yarasına tampon yaptım, ama vücudu param parça olmuştu. Sağımda, solumda vurulan insanlar vardı. Ardından helikopter uzaklaştı. Ben bağırarak yaralılar için yardım istedim. Bu yardım çağrım üzerine askeriyenin içindeki askerler üzerimize ateş ederek 'Siz hâlâ burada mısınız' dediler. Bunun üzerine ben 'Beni de vur, beni de öldür. Zaten sizin en iyi yaptığınız insan öldürmektir, devleti düşürmektir' dedim. O gece ben ölümü göz önüne aldım. Belki ben ölsem eşim, oğlum, kızım yalnız kalacak ama 86 milyon insan kurtulacaktı."

"Tanklara karşı taşlarla mücadele ettik"

Helikopterin tekrardan halkın üzerine ateş ettiğini ifade eden Kolca, "Derken F16'lar Meclisi bombaladı. Meclis bombaladığında sersemleştim. Bombalamalar devam etti. Ardından bir sessizlik çöktü ve yaralıları hastaneye götürdük. O sırada uzun boylu 2 sivil telefonla 'Tankları çıkarın' diye talimat verdi. Ben de hemen Sıhhiye Köprüsünü arabamla kesmek istedim. Böylece tankların Meclis, Genelkurmay, MİT ve Başbakanlığa gidişini kesecektim. Aracımla yolu kapattım. Ardından eşimi arayarak 'Burada ortalık karıştı, ölürsem bana hakkınızı helal edin. Ölürsem beni babamın yanına defnedin.' dedim. Aradan 10-15 dakika geçti, peş peşe tanklar geldi. Tanklar bana ateş ettiler, ayağımdan vuruldum. Ayağımdan plastik mermi ile vuruldum. Onlar bana yaklaştı ben de o kadar zalim olacaklarını düşünmeden tankın önüne geçtim. Bunlar benim çekilmediğimi görünce bana doğru gelirken hızlandılar. Sonrasında bir anda ilk tank gelerek arabanın arka tarafına bastı. Arabanın üzerinden kalktı tank, ben de köprünün sağ tarafına geçtim. Diğer tank derken, bana silah tutuldu. Ardından biraz ağır kelimeleri tanklardaki askerlere söyledim ve tankların üzerine gittim. Arabanın oraya geldim, bir araba geldi benim durumumu sordu, arabadaki şahıs gözüyle beni muayene etti. Derken diğer tanklar geldi ve o şahsın da arabasını ezdiler. Arabası ezilen genç tanklara bağırarak onları videoya çekti. O genç cesaretli biriydi ve askerlere 'Sizin plakanızı aldım' diyordu. Ardından eski TRT binası tarafına gittik. Tanklar tekrardan üst taraf yöneldi. Bu sırada bir abi geldi, keserle kaldırım taşlarını sökerek bize verdi. Tanklara karşı taşlarla mücadele ettik." şeklinde konuştu.

Hüseyin-Yurdagül Anar

15 Temmuz ABD destekli darbe girişiminde Ankara’nın Kazan, daha sonra ismi "Kahramankazan" olarak değişen ilçesinde 9 kişi şehid olmuş, 92 kişi de vücutlarına aldıkları mermiler ile yaralanmıştı. Darbe girişiminin engellenmesi sırasında verilen direniş ile ‘Kahraman’ unvanı alan Kazan ilçesinde verilen şehitlerden biri de 6 çocuk babası Ahi köyü Muhtarı Ali Anar'dı.

Darbe gecesi Mürted (Akıncılar) 4’üncü Ana Jet Üs Komutanlığı önünde darbeci askerlerin açtığı ateş ile başından vurularak şehid olan Ali Anar’ın ailesi, o gece ve sonrasında yaşadıklarını anlattı.

Ailenin 2 çocuğundan biri olan Ali Anar’ın anne ve babası, evlat acısının çok zor olduğunu, son bir yıldır günlerinin acı ile geçtiğini belirttiler.

Baba Hüseyin Anar, darbeci askerlere idam cezası verilmesini isterken, böylesine kanlı bir darbe görmediğini ifade etti.

"Oğlum başına mermi alıyor ve enseden çıkıyor"

Oğlu Ali'nin o gece nasıl şehid edildiğini, neler yaşandığını anlatan baba Anar, sözlerine şöyle devam etti:

“Oğlum kendisi darbe girişimi haberini alınca komşularını uyarıp ‘Fetullahçılar havaalanını basmış’ diyerek halkı sokağa çıkarıp Kazan merkezine getiriyor. Oradan da Akıncılar Hava Üssüne gidiyorlar. Oğlum yanında torunum Hüseyin’i de götürüyor. Hava üssünde köylülerden ayrılarak ‘Oğluma siz bakın, ben nizamiyeye gideyim’ diyor. Oğlumun nizamiyeye gidişi oluyor, dönüşü olmuyor. Oğlum başına mermi alıyor ve enseden çıkıyor. Torunum da babasını yerde telefon ışığıyla aramaya başlıyor. O sırada o şerefsizler, Fetullahçılar, ‘Yaklaşma seni de vururuz’ diyerek babasına yaklaştırmıyorlar. Oğlum orada çok beklemiş, ambulansların gelmesine de izin vermemişler. Ambulans daha sonra gelince oğlumu götürüyorlar, ama çok kan kaybı yaşamış. Oğlumu Etimesgut Hastanesine kaldırıyorlar ve orada şehit oluyor. Ardından Keçiören’de bulunan Adli Tıpa götürüyorlar. Ertesi gün de ikindi vakti oğlumu defnettik.”

Yurdagül Anar

Yurdagül Anar ise oğlundan geriye 6 yetim çocuk ile bir dul eş kaldığını belirterek şunları ifade etti:

“Oğlumdan geriye 6 yetim kaldı, gelinimin yüzüne bakamıyorum. O kadar mutlu bir aileydik biz. Bizi yavrumuzdan kopardılar, Allah onları da yavrularından koparsın, perişan olsunlar. Ben ‘Ali’m’ diye meliyorsam onların anneleri de melesin. Yavrusuzluk çok zor, günlerimiz acı ile geçiyor. Yavrumun çocukları sayesinde ayakta durmak istiyorum. Yoksa eşim hasta, ben hasta, günlük hastanelerdeyiz. Rabbim kimseye evlat acısı yaşatmasın. Rabbim bizlere ecir, sabır versin.” diye konuştu.

Harun Varol

Darbe gecesi Ankara Mürted (Akıncı'lar) 4. Ana Jet Üs Komutanlığı önüne gelen 3 çocuk babası Harun Varol ile İstanbul’da çıktığı tank üzerinde darbecilere karşı direnirken vurulan 2 çocuk babası Halil Algan, o gece yaşadıklarını unutamadıklarını belirterek, darbeci askerlerin silahsız masum insanları acımasızca katlettiklerini anlattılar.

Ankara'nın Kahramankazan ilçesinde ikamet eden Harun Varol, ilçe belediyesinden yapılan çağrıyı duyduktan sonra buradan hareket ederek, Mürted (Akıncı'lar) 4. Ana Jet Üs Komutanlığı önüne geldi. Burada darbeci askerler tarafından açılan ateş sonucu kolundan, karnından ve bacağından yaralanan Varol, aradan üç yıl geçmesine rağmen o gece yaşadıklarının filim şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğini söyledi.

Varol, 5 adet G3 mermisiyle gazi olduğunu belirterek, 3 ay Yeni Mahalle Eğitim Araştırma Hastanesi ve bir buçuk ay Gaziler Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim Araştırma Hastanesinde tedavi gördüğünü ifade etti.

O gece yaşadıklarını ve darbeci askerlerin yaptığı zulmü aktaran Varol, "Akşam bacanağımdaydım, saat 23.00'de eve geldim ve televizyonu açtığımda İstanbul Boğaziçi Köprüsünde tankların olduğunu, diğer kanalda darbe bildirisinin okutulduğunu gördüm. Daha sonra mesaj geldi, mesajla beraber belediyenin önüne toplandık. Belediyenin önünde vatandaşları araçlarıyla beraber Ankara Esenboğa Havaalanına gitmeye yönlendirildik. Oraya giderken yolda bize bir mesaj daha ulaştı. Uçakların kalkmasını engellemek için bu kez Mürted (Akıncı'lar) 4. Ana Jet Üs Komutanlığına çevrildik. Orada askerlerle münakaşamız oldu." dedi.

Yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyince darbeci askerlerin direk üzerlerine ateş açtığını dile getiren Varol, "2'si kolumda, birisi sağ, diğer sol bacağımda ve diğeri de kaburgamda olmak üzere 5 kurşun isabet etmişti. Hainlerin böyle bir şey yapacağını hiç beklemiyorduk. Kendi askerimiz diyorduk. Orada ne silahımız ne topumuz ne de tüfeğimiz vardı. Biz sadece onlara iman gücüyle 'durun' diyorduk. Onların yaptığının yanlış olduğunu söylüyorduk. Orada askerlere, 'Madem uçaklar Ankara'yı bombalamıyor da bu uçaklar Kazan istikametine gidip de tekrar 4. Ana Jet Üs Komutanlığı üzerinden Ankara istikametine doğru neden gidiyor?' dedim. Askerler de 'hudut sınırlarına gidiyor' dedi. Ondan sonra Gölbaşından acı haber geldi. Meclis'in bombalandığını duyduk. Saat 04.05'te direk üzerimize ateş edildi."

Halil Algan

15 Temmuz gecesi İstanbul'da çıktığı tank üzerinde darbecilere karşı direnirken vurulan 2 çocuk babası Halil Algan (46) ise omuriliğinin kopması nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu.

Darbe girişimi gecesi yaralandıktan sonra 7 ay konuşma yetisini kaybeden Algan, o gece yaşadıklarını anlattı.

Algan, darbe girişiminin ilk anlarında evde olduğunu dile getirerek şunları söyledi:

"O gece televizyon seyrediyorduk, baktık kanalların hepsi aynı. Kafamız takıldı. Ardından Cumhurbaşkanının çağrısını duyunca evden fırladım. Caddeye çıktım, polis önüme çıkar diye düşündüm, ama baktım ki halk sokakta, insanlar emniyete doğru gidiyordu, ben de onlarla birlikte emniyete doğru gittim. Arkamı döndüm bir tank geliyordu, Vatan Caddesi tarafından. Askeriyeye doğru herhalde bir tane subayı (yanlış hatırlamıyorsam) kaçırıyorlardı. Tankın önünde durdum, yatmayı düşündüm, yatacağıma tanka atlıyayım dedim. Tankın üstüne atladım, tanktaki askeri tuttum biraz hırpaladım, ağlamaya başladı. Askeri çekmeye, çıkarmaya çalışıyorum ama bağlı olduğundan çıkamıyordu. İnsanların içine tank dalınca, araçlar beni tankın üstünde görünce tankın önünü kesmeye başladılar..." 

Tankın durması için mücadele ederken darbeci askerler tarafından vurulan Algan, sözlerine şöyle devam etti:

"Ben yine bir tane takoz tuttum, tankın üstüne vurmaya başladım. Tanktakilere 'Çıkın, tankı burada bırakın' dedim. Bir tane daha takoz vurdum, herhalde onları fazla tahrik etmiş olacağım ki içeriden 'pıt pıt' diye ses geldi. İki kurşun ateşlemişlerdi. Biri deriyi sıyırdı, diğeri koltuk altından girdi, akciğeri çizdi omurilikten çıktı. O esnada ben dua etmeye başladım. 'Ya Rabbim ben ölüyorum, benim senden başka hiç kimsem yok, ben senden geldim, sana geri dönüyorum. Benim günahlarım o kadar çok ki beni senden başka hiç kimse bağışlayamaz' dedim. Dualarıma devam ettim.  Bir kilometre ileride Bağcılar tarafında bulunan topluluğa girmişim, orada tankın üstü de dolmuştu. Orada kendimi bırakıyorum. Ben sadece vurulduğum zamanı hatırlıyorum. Oradan beni alıp hastaneye götürdüler."

Hastanede doktorların kendisi için "yaşama şansı yok" dediğini ifade eden Algan, son olarak şunları söyledi:

"Allah şehitlerimizin yakınlarına sabır versin, mekânları cennet olsun. Bizim gibi zor durumda olanalar var. Gerçekten şimdi 'vay yaşıyormuş' diyorlar…"

Hüseyin Argunşah

249 kişinin katledildiği ABD destekli 15 Temmuz darbe girişiminde bir kuzenini kaybeden ve kendisi de silahla vurulan Hüseyin Argunşah,  o gece tanık olduğu vahşeti anlattı.

15 Temmuz akşamı işten çıkarak eve geldiğini ve istirahat ettiği sırada kardeşinin telefonla kendisini aradığını dile getiren Argunşah, darbe girişimini öğrendiğinde eline aldığı demiri balkonun korkuluklarına vurarak, komşularını bu durumdan haberdar etmeye çalıştığını ifade etti.

Halkın, kapalı yollardan yaya olarak Cumhurbaşkanlığı Külliyesine gittiğini anlatan Argunşah, meydandan külliyeye geçmek için yola çıktıklarını ancak İstanbul Yolu'nun kapalı olduğunu söyledi.

Hep birlikte İl Emniyet Müdürlüğüne doğru gittiklerini ancak darbeci askerlerin kendilerine rastgele ateş açtığını dile getiren Argunşah, "Emniyet binasının kapısına vardığımda polis 'Sakın içeri gelmeyin!' diye bağırdı. Darbeciler helikopterden binayı taramaya devam ediyordu, bazı polisler yardım istiyordu. Ardından grup olarak Ankara Emniyet binasının içine girdik. Tanklardan ateş açılıyordu, tüm arabaların üstünden tanklar geçmişti." ifadelerini kullandı.

Argunşah, "Biz de ne yapacağımızı şaşırdık, o sırada bir arkadaşımız tankın üzerine çıktı. Ardından hepimiz tankın üzerine çıktık. Tankın kapağını açtılar ve askerden bir kaçını tankın içine koyup kapağını kapattılar. Bir amca vardı, o da kapağın üzerine oturdu. O amca, 'Oğlum sen kime sıkıyorsun, ben baban, deden yaşındayım.' diye bas bas bağırıyordu. Tankın birisi yine ateş etti ve tankın namlusunu tutan arkadaşımızın eli yandı. Biz o askeri de aldık, tankın içine koyduk ve kapağı kapatırken bir anons geçti. O sırada bir asker çıktı ve hepimize rastgele sıktı. Kan gövdeyi götürüyordu, her yer paramparça olmuştu. Yerde demir kapıların çubukları vardı, parçalanmıştı. Ben almaya çalıştım ama alamadım. Yerde bir polisin silahını almaya çalıştım ama beni itti. Yere düşüp tekrar kalktığımda bir kurşun aldım sırtımdan. Sol koltuk altından kurşun girdi, omurga kemiğine yakın bir yerde kaldı." şeklinde konuştu.

Ambulansla hastaneye götürüldüğünde emniyet binasına bombardıman yapıldığını belirten Argunşah, şunları söyledi:

"Arkadaşlarıma 'Ben vuruldum.' diye sesleniyorum ama arkadaşlarım bana 'Sende bir şey yok.' diyordu. Önce göğsümden vurulduğumu söyledim, arkadaşlarım göğsüme baktı, bir şey yoktu. Ardından 'Arkamdan vurulmuşum.' deyince arkadaşım sırtıma baktı ve eline kan bulaşınca kriz geçirdi. Beni omuzuna alarak emniyet binasının dışına çıktı. Bir araca bindirdiler ve 100 metre gitmeden araç gidemediği için araçtan indik. Tekrar sırtlarına alarak beni ambulansa götürdüler. Ambulans ulaştığında bir polis arkadaşın kafasının yarısı yoktu. Ambulans da 100 metre gitmeden emniyete bomba attılar, patlamanın şiddetiyle ambulans sarsıldı. Ankara Numune Hastanesine götürdüler bizi. Çok kötü bir manzara vardı. Medyaya yansıyan görüntülerin çok daha berbatı vardı. Acil bölümü elinden geleni yapıyordu ancak yaralımız çoktu. Kimisinin kafası, kiminin gövdesi, kimisinin başı, kimisinin gözü yoktu. Allah kimseye o günü bir daha göstermesin."

İsmet Doğan

15 Temmuz darbe girişiminde İstanbul Saraçhane Parkı'nda arkadaşları ile birlikte darbe teşebbüsüne direnirken darbeci askerler tarafından uzun namlulu silahlarla iki bacağından vurularak yaralanan ve 3 ay yatağa mahkûm kalan Gazi İsmet Doğan (23), o gece tanık olduklarını İLKHA'ya anlattı.

Doğan, o gece darbe girişimini engellemek için arkadaşlarıyla İstanbul Saraçhane Parkı'na gittiğini ve buradaki darbeci askerlere karşı verdikleri mücadelenin sonunda iki bacağından vurularak gazi olmanın onurunu yaşadığını dile getirdi.

15 Temmuz gecesi insanların çok farklı duygular içinde olduğunu belirten Doğan, insanların inandığı değerler için yaşadığını ve mücadele ettiğini, o gece sokağa çıkan insanların sadece Allah için meydanlara indiğinin altını çizdi.

Nizip'te beden eğitimi öğretmenliği yapmaya başladığını, milli tekvandocu olduğunu ve 15 Temmuz'da spor hayatının sona erdiğini belirten Doğan, "Ben Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü mezunuyum. Şu anda da Nizip'te beden eğitimi öğretmenliği yapıyorum. Aynı zamanda Türkiye Karate Milli Takımı sporcusuyum. Ama şu an devam edemiyorum." dedi.

Milli takım kampına katılmak için İstanbul'da olduğunu ve o sırada 15 Temmuz'un yaşandığını ifade eden Doğan, sözlerine şöyle devam etti:

"Tekbirlerle ve salâvatlarla Koca Mustafa'ya doğru ilerledik. Vatan Caddesi'ne, emniyetin olduğu yere doğru inecektik. Giderken bazı şeyler gözlemledik. Bizler caddelerde, sokaklarda cumhurbaşkanımızın çağrısıyla meydanlara inerken bazı insanların marketlerde, petrollerde, ATM'lerin önünde kuyruklar oluşturduğunu gördük. Ben unutmuyorum, bir fırının önünde insanlar kuyruk oluşturmuş içlerinden biri 15-20 tane ekmek almış evine doğru gidiyordu. O an çok sinirlendim ve haykırmak istedim ki ona daha sonra vazgeçtim. Kendi kendime 'boş ver İsmet biz yolumuza bakalım' dedim. Şimdi düşününce onlara da hak veriyorum. Çünkü insanlar inandığı değerler için yaşarlar ve mücadele verirler. Onlar da dünyalıklara inanıyorlardı ve dünya malları için de mücadele verdiler. Biz de o gece millet olarak öyle yaptık ve dünyaya meyletmedik, dünyayı ikinci plana attık ve caddelere indik."

"18 şehidi İstanbul Saraçhane'de verdik"

15 Temmuz darbe girişiminden birkaç ay önce gördüğü bir rüyayı da anlatan Doğan, "Ben daha önce anlatmadığım bir şeyi dile getirmek istiyorum. 15 Temmuz'dan üç ay önce rüyamda vurulduğumu görmüştüm. İsrail askerleri iki ayağımdan vurdular. Helikopterlerle ve hiçbir şey yokmuş gibi ve 'görev tamam inebiliriz' dediler. Rüyadan uyandım ve 'hayırdır inşallah' dedim. Hiç kimseye anlatmamıştım. 15 Temmuz'da da rüyam aklıma geldi ve Allah'a hamdolsun, 'rabbim bana göstermişti' dedim. Daha sonra cuntacı hainlerin karşısına dikildik. Onların bu yapmış olduklarının yanlış olduğunu söylemek istedik. Önce yere sonra havaya doğru ateş açtılar. Onlara doğru yaklaştık ve birisiyle göğüs göğüse geldim. Dedim ki 'Müslüman, Müslüman'a ateş eder mi? Biz size ne yaptık?' bir cevap vermedi. Daha sonra geriye doğru çekildi ve telsizden anons geldi 'Bir mermi, bir insan ve mermilerinizi de hiç boşa harcamayacaksınız.' O anonstan sonra da üstümüze ateş ettiler. O esnada ayaklarımdan bir şeyin girdiğini hissettim. İki dizimden de vuruldum, yere yığıldım. Arkamda bir arkadaşım vardı. Kalbinden vuruldu ve şehit oldu. Biz 18 şehidi İstanbul Saraçhane'de verdik." şeklinde konuştu.

O gece şehid olmayı çok arzuladığını ve şehid olamadığı için üzüldüğünü belirten Doğan, "Daha sonra bizi kaldırmalarına izin vermediler. Düşünün ki düşmanla bile savaşırken savaşın bazı kuralları vardır. Oraya ambulansın girmesine izin verilir. Ancak onlar ambulansların girmesine de izin vermediler. Bizi yerden sürükleyerek daha sonra kaldırdılar. Beni ölmek üzereyken hastaneye yetiştirdiler. Ben iki de ameliyat geçirdim. Üç ay sırt üstü yattım. Tabi ümmetin duası ve Allah'ın yardımıyla da ayağa kalktım ama artık profesyonel spor hayatım bitti. Pişman değilim. Umurumda değil. Bacaklarım kopsaydı da ben aynı şeyleri söyleyecektim. Yine çıkardım aynı durum olsa, çünkü ben o şehid olan kardeşlerimin yerinde olmayı çok isterdim. Nasip böyleymiş." diye konuştu. (İLKHA)

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Hür 24 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 532 658 98 55