,
  • BIST 9142.4
  • Altın 2325.163
  • Dolar 32.3729
  • Euro 34.9661
  • İstanbul 20 °C
  • Ankara 21 °C
  • İzmir 24 °C
  • Antalya 22 °C

ABD, CHP, DP ve Ezanın aslına döndürülmesinin bilinmeyenleri…

ABD, CHP, DP ve Ezanın aslına döndürülmesinin bilinmeyenleri…
Gazeteci Osman Gülebak'ın, "ABD, CHP, DP ve Ezanın aslına döndürülmesinin bilinmeyenleri…" adlı analizini istifadenize sunuyoruz...

Gazeteci Osman Gülebak'ın, ABD zulümleri ve CHP zihniyeti ile ilgili "ABD, CHP, DP ve Ezanın aslına döndürülmesinin bilinmeyenleri…" adlı yazısı:

Yaklaşık yüz yıldır halka rağmen yürütülen politikalar nedeniyle birçok sancılı dönem geçiren Türkiye, son günlerde yine benzer sorunlarla yüz yüze geliyor. Yeni Türkiye söyleminin dillerde pelesenk olduğu bir dönemde yaşanan bu gelişmeler, Türkiye’nin, kuruluş felsefesinde var olup da sistemin genlerine işlemiş ‘yasakçı, tek tipleştirici ve dayatmacı’ tutumundan kolay kolay vazgeçmeyeceğini gösteriyor.

Toplumu kamplaştırmaktan öte hiçbir işe yaramayan bu tartışmalar, büyük bedeller ödeyerek bazı kazanımlar elde eden ‘Yeni Türkiye’nin, bir daha ‘Eski Türkiye’ye mi dönecek sorularını akla getiriyor.

Bu tartışmaların merkezinde elbette ezanın Türkçe çevrilmesi konusu var. Hakkında zaman içerisinde çok tartışma yapılan İslami bir şiar olan ezanın Türkçe ’ye çevrilmesi ve ardından Adnan Menderes döneminde tekrar aslına döndürülmesi bağrında birçok hazin hikâyeyi barındırıyor. Ezanın aslına döndürülmesi her ne kadar bir partinin veya başbakanın inisiyatifiyle alınmış bir gelişme gibi görünse de aslında durum hiç de öyle değil. Türkiye’de bir dönüm noktası olarak görülen bu gelişmenin, hem iç dinamiklerle hem de sömürgeci ülkelerin küresel anlamda geliştirdiği ve Türkiye’de izdüşümü görülen politikalarla ilgisi var.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu ilk yıllarda ‘batılılaşma’ politikası çerçevesinde bu topraklara ait ne kadar değer ve farklılık varsa hepsine savaş açıldı. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı yıllarında dine ve dindarlara geçici bir yakınlık kurmuşsa da savaşın hemen ardından bu tavrından kısa sürede vazgeçmiştir. Bu süreçte İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükûn Yasaları, Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi çıkarılan yasalarla yeni rejime muhalif olan tüm kesimler acımasızca cezalandırıldı. Arap harfleri kaldırıldı, ezan Türkçe’ ye çevrildi. Camiler kapatıldı, Kur’an okumak ve öğretmek yasaklandı. Bu baskıcı, tek tipçi ve yasakçı politikalar ta Mustafa Kemal’in ölümüne kadar da devam etti.

Mustafa Kemal’in ölümünün ardından dünyada büyük bir değişim yaşanırken Türkiye’nin iç politikasında da ekonomik, siyasal ve sosyal açıdan yaşanan tıkanıklık ister istemez bir değişimi dayatıyordu. Türkiye toplumu tek partili sistemi daha fazla kaldıramayacağının sinyallerini veriyordu. İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, Türkiye üzerinde etkili olan sömürgeci İngilizler, İslam ülkelerindeki sömürgecilik bayrağını bölgeyle ilgilenen ABD’ye bırakıyordu. Sovyetler Birliğinde Komünist bir devrim yaşanmış ve bu devrim, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere günden güne tüm dünyada yayılıyordu. Kendisini dünyanın patronu gören ABD, komünizm tehlikesi karşısında kendisini sağlama almaya çalışıyordu. İşte bu kapsamda en çok dikkat çeken ülke şüphesiz Osmanlı bakiyesi; yeni kurulmuş, birçok iç sorunla boğuşan ve ekonomik yardıma muhtaç Türkiye Cumhuriyeti idi.

Türkiye’de 1945 sonrasındaki siyasal ve ekonomik değişimin hem ülke içi hem de uluslararası kökleri olduğunu söyleyen E. J. Zürcher kitabında o günleri şöyle anlatmaktadır:

“Bununla birlikte çok partili sisteme geçişte 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulan yeni düzenin Türkiye’yi doğrudan etkilediğini belirtmek gerekir. Özellikle Sovyet tehdidine karşı Türkiye’nin ABD’den yana çıkmasında rol oynadığı üzerinde durulmaktadır. Türk liderleri, Amerikan siyasal ve askeri desteğinden ve Marshall planından tam olarak pay almak için Amerikalıların çok önem verdiği siyasal ve ekonomik ülkelere demokrasi ve serbest girişim daha dikkatli şekilde uymanın Türkiye için yararlı olacağını anlamışlardı.”

Nitekim CHP, hem uluslararası değişimin hem de halkın sistemle özdeşleştirdiği partilerine yönelik olumsuz algının farkında olarak baskıcı politikalarından ödün vererek yumuşama sinyalleri verdi. 1947’de yapılan ve 19 gün süren, parti arasında birçok tartışmayı da beraberinde getiren 7. Kurultay’da parti için devrim niteliğinde kararlar alındı. CHP ‘devlet partisi’ görünümden sıyrılmak istiyordu. Halkın nazarındaki imajının farkındaydı. Eğer halkı dikkate almazsa 1950 seçimlerini kazanamayacağını 1946’daki seçimlerden biliyordu.

Bu kurultayda alınan kararların ardından İmam Hatip Okulları açıldı, ilkokullara din dersi konuldu, Ankara’da İlahiyat Fakültesi açıldı. Ayrıca CHP’ye ‘devletçi’ görünümü veren ve çok tartışılan, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunun 17. maddesinin kaldırılmasına karar verildi. Ayrıca hükümetin hacca gitmek isteyenlere destek vereceği açıklandı. Bu kararlar şüphesiz radikaller tarafından Atatürk devrimlerinin çizdiği yoldan sapmak olarak algılandı ve beraberinde bazı tartışmaları getirdi.

İşin belki de daha ilginci CHP’nin radikal değişimini öngören bu kurultayın, ABD ile Truman Doktrini kapsamında varılan yardım anlaşmasının aynı güne denk gelmesi idi. 12 Mart 1947’de ABD Başkanı Truman tarafından açıklanan Truman Doktrini, Sovyet tehdidine karşı başlatılan soğuk savaşın resmi başlangıcının tarihidir. Bu doktrin ile Türkiye ve Yunanistan’a 400 milyon dolarlık yardım kararı alınmıştır. Bu doktrin aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetini kaderini de şekillendiren pek çok siyasi gelişmenin başlangıç noktasını oluşturdu.

12 Temmuz beyannamesinin yayını günü ile ABD yardım anlaşmasının aynı güne denk gelmesinin tesadüf olmadığını beyan eden H. Şeyhanlıoğlu, konuya ilişkin şunları söylemektedir:

“Çünkü yardımı ne şekilde yapılacağı ile ilgili görüşmeler Nisan ayından itibaren Ankara’da sürerken bu tarihlerde Amerika’da ise Türkiye’nin demokrasi yolunda bir ülke olup olmadığı ile ilgili tartışmalar yaşanıyordu. Amerikan Kongresi’nde Truman doktrininin görüşüldüğü oturumda bazı Amerikalı Senatörler, Türkiye’ye yapılacak yardıma itiraz sesleri yükselmekteydi. İtirazın sebebi ise Türkiye’nin demokratik bir ülke olmadığı ve demokrasiyi geliştirmek için yeterli çaba içerisine girmediği idi.”

CHP, ABD kamuoyunu teskin etmek için Demokrat Parti ismiyle bir partinin kurulmasına ön ayak oldu

Türkiye, Truman Doktrini kapsamında yapılan anlaşma ile Amerikan’ın desteğini almıştır. İç politikada çok partili sistem yolunda ilerleyen Türkiye, dış politikada da rahat bir nefes almış ve iki önemli olay da aynı güne denk gelmiştir. Böylece CHP, Batı safında yer almak için çok partili siyasal hayata geçişi doğrudan bağlantılı olarak görmüş ve bu konuda ilk adım olarak da ismi farklı ama parti programı kendisinin kopyası olan Demokrat Parti ismiyle bir partinin kurulmasına ön ayak olmuştur.

Ezberlerimizi bozacak ayrıca ilk altını çizilmesi gereken en dikkat çekici nokta, Demokrat Parti’nin CHP’nin içinden çıkmış bir parti olduğudur. Adnan Menderes, siyasi hayatına Serbest Cumhuriyet Fırkasında başlamıştı. Mustafa Kemal, Aydın’a yaptığı bir ziyarette Menderes ile 4 saat görüşmüştü. Daha sonraları ‘beni keşfeden Atatürk’tür’ diyecek olan Menderes, Serbest Cumhuriyet Fırkası kapanınca 1931’de Milletvekili olarak meclise girdi. CHP’den 15 sene boyunca CHP’den Milletvekili olarak mecliste yer aldı. Şimdi de parti içindeki birçok arkadaşıyla birlikte kontrollü birçok partili sisteme geçiş için bizzat CHP’li İsmet İnönü tarafından görevlendiriliyordu. DP yönetimi ideolojik olarak CHP ile aynı dünya görüşünü paylaşıyordu. Bunun en önemli bir kanıtı da DP’nin parti programına CHP’nin altı okunu yerleştirmiş olmasıdır.

Bunu ‘kontrollü geçiş’ olarak tanımlayan yazar Mücahit Gültekin, bu durumu şöyle anlatıyor:

“Çok partili siyasi hayatın dört kontrol noktası olduğunu söyleyebiliriz; muhalefetin kontrolü, dinin kontrolü, ekonominin kontrolü ve dış politikanın kontrolü… Açacak olursak, muhalefet aynı dünya görüşüne ve geçmişe sahip bir kadro eliyle hayata geçirilecektir. İbadete indirgenmiş bir dini özgürlüğe izin verilecektir. Devletçi ekonomi politikasından liberal uygulamalara geçiş yapılacak ve dış politikada ABD dostluğu ve komünizm düşmanlığı üzerine kurulacaktır. ABD, DP döneminde Türkiye’ye yerleşmiştir. DP, antikomünist, liberal, İslamcılığa karşı (Millet Partisi bu dönemde dini esasa dayandığı gerekçesiyle kapatılmıştı) ve dış politikada ABD yanlısıdır. Fakat DP sonraları ABD’yi kızdıracak bazı adımlar atmaya başlamıştı.”

1950 seçimlerine bir yıl kala CHP Hükümeti yine değişiyor ve İslamcı çizgiden gelen bir isim olan Şemsettin Günaltay Başbakan oluyordu. CHP yeni yüzüyle tek parti dönemindeki radikal uygulamalarından vazgeçiyor ve dindar kitlenin hissiyatını dikkate almaya başlıyordu. 1950 seçimlerinden bir yıl önce gerçekleştirilen bu radikal değişim, dindar ve muhafazakâr çevrelere yönelik görecek bir özgürlüğün geleceğinin habercisiydi. Ancak bu, devlet tarafından sınırları çizilmiş siyasi içerikten arındırılmış ve talep edilen değil verilen bir özgürlük olacaktı. Burada özellikle şunun altını çizmek gerekiyor; dindarlara karşı sözünü ettiğimiz yumuşama ve özgürlük günümüzde çok vurgulandığı gibi Demokrat Parti ile ilgili bir husus değildir.  

1947 sonrası CHP’nin attığı adımlar seçimler sonrası uygulanacak politikalarının yönünü zaten gösteriyordu. Nitekim CHP, DP’nin Arapça ezan uygulamasına muhalefet etmemiş aksine bu uygulamayı desteklemiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin çok partili sisteme geçişi, liberal ekonomi uygulamaları ve dindarlara yönelik göreceli özgürlüğün temel nedeni Amerika’nın organize ettiği Soğuk Savaş düzeni ile ilgilidir. Çünkü Soğuk Savaş düzeni düşman olarak Sovyetleri ve komünizmi tanımlıyordu. Yeni kurulan bu düzende milliyetçi muhafazakâr ve dindar çevreler Komünizmin doğal düşmanı olarak kullanılmaktaydı.

Gültekin, bu konuyu şöyle değerlendirir; “Nitekim Demokrat Parti’nin iktidara gelişinin hemen ardında yaptığı ilk 2 icraattan biri ezanın Arapça okunmasını serbest bırakılması diğeri de Kore’ye asker gönderme kararıdır. Özetle dindar muhafazakâr ve milliyetçi kitleyi hem dövüp hem de Kore savaşa göndermeniz bu savaşı büyük cihad olarak tamamlamanız mümkün olmazdı. Çok partili hayata geçişte tek parti yönetimine karşı biriken öfke ve muhalefetin iç dinamiklerini de etkili olduğu sıkça ifade edilmiştir.”

1789 Fransız Devriminden devşirilmiş ‘tek tip bir ulus oluşturma’ adına ‘Fransız tipi laiklik’ ile dayatılarak halka giydirilen ‘deli gömleği misali’ sistemin mevcut politikalarla yürümeyeceğinin anlaşılması üzerine ekonomik, siyasal ve sosyal alanda yavaş yavaş ‘kontrollü bir şekilde’ yumuşamaya gidildi. Bu kontrollü geçişi bazen kontrol dışı olarak algılayan ABD, birlikte çalıştığı yerli işbirlikçileri (darbeciler) yoluyla değişimleri kontrolü altına alma yoluna gittiyse de her seferinde halk, değişimlere olan talebini yoğun bir şekilde hissettirmiştir. Her darbe sonrasında içine kapanan halk, ufak bir yumuşamada kendisine yakın partileri iktidara taşımıştır.

Tüm bu değişimlere rağmen son günlerde yine birileri eski Türkiye özlemiyle tehditler savurmaya başladı. Ortaya atılan tartışmalarla halkın kazanımları bir daha elinden alınmak isteniyor. TV ekranlarında halkı tehdit kadın gazeteci, MHP’nin öğrenci andı konusundaki sert tavrı, CHP’li Vekilin Ezan Türkçe okunsun sözleri ve meydanlarda toplanan bir grup azınlığın dindarlara yönelik asalım tehditleri ve son olarak 10 Kasım kutlamalarını eleştiren bir bayanın tutuklanması, birilerinin ülkenin geldiği aşamayı hâlâ benimsemediğini gösteriyor. 1950’li yıllarda bile halka dayatılan bu uygulamaların fayda vermediği anlaşıldığı halde bugün aynı zihniyetin temsilcilerinin bunu anlayamamış olması ne kadar hazindir. Bunun farkında olan CHP, vekili hakkında soruşturma başlatsa da CHP içinde söz konusu vekil gibi düşünen çok sayıda kişinin olduğu da inkâr edilemez.

Gerçek olan şu ki; hem dünya hem de Türkiye değişmiştir, konjoktör gereği de olsa değişmek zorunda kalmıştır. Bu saatten sonra eski Türkiye hayalleriyle höykürme çabası ancak suyu tersine akıtmaya çalışmaktır.

Yasakçı zihniyet, şunu iyi bilmelidir ki; tarih boyunca halka rağmen politika üretenler er veya geç kaybetmişlerdir, yine kaybedeceklerdir. Yeni Türkiye kazanımlarını, Eski Türkiye özlemi çekenlere kaptırmayacaktır. Bunu da 15 Temmuz’da canı pahasına da olsa açıkça ortaya koymuştur. 

Kaynak: HÜR24 Haber
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Hür 24 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 532 658 98 55